İsmail Hakkı Bey, halk tarafından dini konularda çok bilgili ve derin bir kişi olarak görülür ve bir kısım halk tarafından “Cinni Hoca” diye bilinirdi. Ancak “cinni” lakabı hem söylemesi zor olduğundan, hem de ne anlama geldiğini bilmeyenlerce pek anlamlı bulunmadığından, zamanla daha kolay söylenebilecek ve kendilerince İsmail Hakkı Bey’in kariyerini daha iyi anlattığını sandıkları bir biçime dönüştürülmüş ve “cinni” sözcüğü “cinci” olmuştu. Kısacası; “Cinni Hoca” lakabı, halk arasında “Cinci Hoca”ya dönüşmüştü. O dönemde, dini bilgiler konusunda çok derin biri olarak da bilinirken, aynı zamanda dini konularda pek çok kişi tarafından danışılan birisi olarak da tanınır. Pek çok yönüyle birlikte değerlendirildiğinde, gerçek anlamda tam bir “bilge”dir. Ama halk tarafından, özellikle de belli bir kesimce zaman zaman “evliya” olarak da görülmüş, bir kesimse, evliya olduğunu iddia etmiştir. Örneğin; işgalcilerin kaçarken başlattıkları o meşhur yangında, İsmail Hakkı Bey’in evi, yangından kurtulan ender evlerden biri olmuştu. Bu durum da halk arasında bazı söylencelerin ortaya çıkmasına neden olmuş, İsmail Hakkı Bey’in “evliya” olduğuna inananlarca “Cinci Hoca’nın evini cinler koruyor. O evi yakmaya kalkan çarpılır. Bu yüzden gavurlar o evi yakmaya cesaret edememişler” şeklinde bir takım söylentiler yayılmaya da başlamıştı.
Oysa yakın dostum olan oğlu Op. Dr. M. Niyazi Dinçsoy, sohbetimizde, olayı tam anlamıyla halkın cehaletinin böyle bir yoruma yol açtığı şeklinde tanımlamıştır. “Evimizin yanmamasının veya yangından kurtulmasının nedeni, bulunduğu konumdu” diyen Op. Dr. Dinçsoy, bugünkü Albayrak Mahallesi’nde, o dönemde “Dutluçarşı” olarak tanımlanan yerde bulunduğunu söyledikleri evlerine ve diğer binalara bu çarsı ile evleri arasındaki meydan dolayısıyla yangının ulaşamadığını söylemişti. Diğer bir nedeni ise, bu semti yakmak üzere görevlendirilen yangın postasındakilerden birinin daha önce anlattığımız gibi, Arnavut Zeynel ve arkadaşları tarafından öldürülmeleri ve kovalanmaları olarak göstermişti. Bu konuyu okumak için tıklayınız Cinni Hoca’nın “evliya” olup olmadığı konusuna gelince... Elbette ki bu konudaki en yalın ve gerçekçi bilgi, oğlu Op. Dr. Mustafa Niyazi Dinçsoy’un söyledikleridir. Defalarca birlikte oturup sohbet ettiğimiz evi göstererek, “Burası bir evliya evi değil” diyen sevgili dostum, saygıdeğer büyüğüm M. Niyazi Dinçsoy, “Babam da bir evliya değildir. Bu halkın saygı ve sevgisi dolayısıyla, ama biraz da cahilliği nedeniyle gözlerinde kendisini nasıl yücelttiğini anlatır. Babam bir evliya değildir, ama bir bilgedir” demiştir.
Ona göre, “evliyalık” denilen şey de, zaten sadece sufilerin uydurduğu bir şeydi. Örneğin; Türklerde “evliya” diye bir kavram yoktu. Şaman olan eski Türklerde, bu deyim genellikle “şamanlar” için kullanılırdı. Ancak, 12. ve 13. Yüzyıllarda Anadolu’da tarikatların en yaygın olduğu dönemlerde, önceleri “ermiş” gibi öztürkçe bir deyim, daha sonraları İran üzerinden gelen ve Arap kültürünü benimseyen bazı sufilerce “evliya” ile karıştırılıp, sonra da “evliya”ya dönüştürülmüştü. Türklerde ise, sadece “bilge” vardı. Tıklayınız: Evliyalık var mıdır, anlamı nedir?
Op. Dr. Dinçsoy’un anlatımına göre; halk arasında anlatıldığı ve söylendiği gibi, babasının “cincilik”le ilgisi filan da yoktu. Bu tamamen halkın bir yakıştırması, daha doğrusu, aslı “Cinnî“ olan atalarından kalma bir ünvanın, kasaba halkı tarafından yanlış bir telaffuzla “Cinci” şeklinde söylenmesinden ileri geliyordu.
“Cinnî” sözcüğünün ansiklopedik veya sözlük anlamı ise, “cinlere mensup” ya da “cinlerle ilgili” demektir. “Cinci” sözcüğü ise, sonradan uydurulmuş ve yakıştırılmış bir sözcüktür. Felsefeciler ve büyük din bilginleri, “cinci” sözcüğünün özellikle bir takım din bezirganları ve şarlatanlar tarafından uydurulduğunu ileri sürmektedir.
Ama galiba, asıl karambol de şu “cinnî” ya da “cin” kavramından kaynaklanıyor. Öyleyse, bu konuya da biraz değinmek gerekiyor. Bu konuda ayrıntılı bilgi için tıklayınız |