Şarkılar öksüz kaldı

Şarkılar öksüz kaldı


ugur mumcu

“Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüne bu türlü bakmayacaktın.”

Ünlü şair Orhan Seyfi Orhon‘un yazdığı ‘Veda Busesi’ adlı şiir, bir çok ünlü sanatçının seslendirdiği, dinlemeye doyulamayan şarkılardan biri olmuştu. Hele “sanat güneşi” olarak kabul edilen Zeki Müren’den dinlemek, başlı başına bir keyif olurdu… Ama yürek yakan bir hayata veda busesi de oldu, nağmeleri hüzün içinde de dinlenmeye başlandı, şarkının bestekârı bu kez veda busesini adına ölüm denen ebedi bir ayrılık için gönderince…

Ünlü bestekar Yusuf Nalkesen bir yıldız gibi kayıp giderken, besteleri ve sözleriyle can verdiği pek çok şeyi de öksüz bıraktı sanki. Turgutlu‘nun Laletepe’sindeki o ağaç, adına şarkı bestelediği, sayesinde milyonlarca müzikseverin dilindeki bir şarkının öznesi olmuş o ağaç da belki…

Laletepe’deki o ağaç…

Yusuf Nalkesen’le ilk tanışmamız 1993 yılına rastlar. Düzenlediğim bir şiir dinletisine davet etmiştim. Gelememişti ama, gelemediği için özür dileyecek kadar da nezaket kurallarına değer veren biriydi. Tam bir doğa aşığıydı da. İlhamını doğadan aldığını tüm gerçek sanatçılar gibi ifade etmeyi bilirdi. Sonraki yıllarda, radyo müdürlüğü yaparken 1997 yılında kendisi ile bir söyleşi yapma fırsatım oldu. Bu söyleşi sırasında öğrenmiştim…

“O ağacın altını şimdi anıyor musun?” adlı o ünlü ve çok sevilen şarkısına özne yaptığı ağaç, çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı Turgutlu‘da, Laletepe olarak bilinen ve bir zamanlar mesire yerlerinden biri olarak kullanılan yerde gördüğü bir ağaçtı. Bir kaç arkadaşı ile bahar günlerinin okul kaçamağı yaptıkları bir gün gittiklerinde gördüğü, bir kalp içinde sevgili isimlerinin baş harfleri ile birlikte gövdesine kazınmış olduğu bir ağaç. Şarkı sözlerini yazarken bu ağacı anımsamış, ilham kaynağı olmuştu…

1990’lı yılların başından itibaren başlayan imarlaşma nedeniyle bugün ne o mesire yeri kalmıştı, ne de o ağaç. Ama o ağaç, ‘yüzyılın bestekarı Yusuf Nalkesen‘in notalar ve sözlerle kendisine armağan ettiği bir hayatla, bizimle birlikte hâlâ yaşamını sürdüren bir ağaç. Ve iklim krizi, küresel ısınma, kuraklık tehdidi ve pandemi ile Dünyamızdaki yaşam sınanırken, günümüzün bu gerçekliğinde ne kadar da derin anlam kazanan bir sevgi… Böyle bir sevgiyi de ancak bir sanatçı ölümsüzleştirebiliyor. Kendisi ardında bıraktığı eserleriyle yaşamaya devam ederken, aynı zamanda yaşatıyor da…

O ağacın altını şimdi anıyor musun? / Zeki Müren / Bestekar: Yusuf Nalkesen


Genel bir klasiğimizdir, büyük ve değerli sanatçılarımızı genellikle gücendirir, küstürürüz. Yusuf Nalkesen için de böyle olmuştu. Büyüdüğü, gençlik yıllarını yaşadığı Turgutlu’ya küsmüştü. Nedenini ise; kızı Ebru’nun nüfusu ile ilgili işlemler sırasında, kendisine inanılmaz zorluklar yaşatılması olarak açıklamıştı.

1970 yılında öğretmenlikten emekli olan Nalkesen, bu tarihten sonra sanatçı sendikalarında daha aktif bir rol oynamaya başlamıştı. Bu yüzden TRT yönetimiyle de arası bozulmuş ve 13 Ağustos 1973 tarihinde bir genel müdürlük yazısıyla görevine son verilmiş. 23 yıl hizmet ettiği TRT’ye tazminat davası açan sanatçı, bu davayı kazanmıştı. Maddi hak ve kıdem tazminatını kazanmasına rağmen kırgın olduğu TRT’ye bir daha dönmedi. Hatta yıllarca TRT’nin Fuar binasına ve sonradan taşındığı Kahramanlar binasına da gitmemişti. Yıllarca emek verdiği, hizmeti dokunduğu TRT’ye gücenmesinin bir başka nedeni de, bazı eserlerinin denetimden geçirilmeyerek yayınlamamasıydı. Vasiyetindeki, “Cenazemi TRT’nin önünden bile geçirmeyin” sözleri bu acı gerçekleri yansıtır.

Kültürel erozyon, yozlaşma ve düzeysizlik…

Söyleşimizde konu kültürel yozlaşma ve sanat anlayışına geldiğinde, bu konularda da söyleyecek çok sözü vardı. Günümüzde her şeyin para ile ölçüldüğünü, sanatın da sanatçının da bu anlayışla yozlaştırıldığını savunmuştu. Değer yargılarındaki bu değişimle birlikte başlayan kültürel erozyon ve düzeysizlik, giderek sanatta da yozlaşmaya neden olmuştu…

Son yıllarda magazin basınındaki “pop müzikte patlama var” şeklinde yer alan yorumlar için ne diyeceğine ilişkin soruma ise, “Ben söyleyeyim sana patlayanın ne olduğunu” diye başladığı yanıtında, “Sanatta ve sanatçılıkta düzeysizlik ve yozlaşma patladı” sözleri ile sürdürmüştü söyleşiyi. Yapılan bazı şarkı sözlerini de bu durumun bir yansıması olarak nitelendiren Nalkesen, “Bandır bandır ye beni, doyamazsın tadıma”, “Bi yakalarsam, muck”, “Gömleğini pek sevdim, çıkar onu bebeğim, hadi bize gidelim”, “Sırf cici babanın inadına sevişeceğim seninle” vs. gibi sözlerin bir şarkıya asla söz olamayacağını savunmuş, nerelere yakışabileceğini de tarif etmişti. “Eğer müzik ruhun gıdası ise, o zaman bu sözlerle beslenen ruhların nasıl olacağı kimin umurunda?” diye de sormuştu ardından. 

90’lı yıllarda plak-kaset piyasasındaki endüstrileşme ile birlikte başlayan, şirketlerce piyasaya her gün yeni bir kaset sürebilme ve kâr ihtirası nedeniyle her gün bir yenisi daha piyasaya sürülen, hayatımıza sürüsüyle sokulan pek çok yeni şarkıcı için de ilginç ifadeler kullanmıştı. Nalkesen’e göre, plak-kaset şirketlerince hayatımıza böylece adeta zorla sokulanlar yüzünden sanat zevkimiz de tacize uğramaktaydı.

Söyleşimiz sırasında, kendisinin ‘sanat güneşi’nden başka ayrıca ‘bir nezaket timsali’ diye de tanımladığı, dilimizi ve sanatın dilini sahnede en iyi icra eden kişi olarak gösterdiği Zeki Müren’in neden çok uzun zaman (öldüğü güne kadar) TV’lerin bu şekilde adeta işgal edilmiş ekranlarına çıkmamak için ayak dirediğini de iyi anlayabilmiştim…

Türk sanat müziği çevrelerinde gerek Zeki Müren, Emel Sayın, Müzeyyen Senar gibi duayen sanatçılar ve gerekse diğer bestekarlarca “yüzyılın bestekârı” diye de tanımlanan Nalkesen, bestelerini sözcüklerle adeta dans edercesine yapıyordu. Güftelerini yazarken de her sözcük üzerinde kılı kırk yararcasına duruyor, dizelerinde yer alan sözcüklerin birbiriyle bir duygu ritmi yaratabilecek uyum sağlayabilmesine özen gösteriyordu.

Bize armağan şarkılar ve yürek yakan veda busesi…

Turgutlu’nun incirini çok sevdiğini ve özlediğini söylemişti. Birlikte yaptığımız söyleşi sonrasında, yaşadığı İzmir‘in Karşıyaka semtindeki evine yaptığımız programın kasedi ile birlikte gönderdiğim birkaç kilo incire ne kadar çok sevindiğini anımsıyorum…

1998 yılında “devlet sanatçısı” ünvanı da alan Yusuf Nalkesen’in 600 yüze yakın bestesi ve 1000’e yakın da güftesi vardı. 1 Ocak 2003 günü, 79 yaşında hayata yumdu gözlerini. Ardında notalarla can verdiği, güfteleriyle yüreklere ve hafızalara kazınan nice şarkıyı bizlere armağan bırakarak. Bu kez “veda busesi”ni adına “ölüm” denilen ebedi bir ayrılık için göndermişti, ama kulaklarımda kalmıştı hâlâ şarkılarının tadı, avuçlarım ise ellerini birkaç kez sıkmış olmaktan dolayı kıvançlı. Kendisini anarken, yazımı da şarkılarının ilhamı altında bitirmek istedim, şarkı tadında bir yeni yıl dileğiyle:

Yıldızlar yoldaşın olsun büyük usta. Avuçlarımda hala sıcaklığın var inan, kulaklarımda da şarkılarının tadı

Yukarıdaki fotoğrafta: Yusuf Nalkesen, Turgutlu Lisesi'nin düzenlediği eski mezunlar etkinliğinde sınıf arkadaşı Sermet Sümbülcan'ın elinden onur plaketini alırken...


Yorumlar - Yorum Yaz