Yaşam bazen çok ilginç ve güzel rastlantılarla doludur. Yaşamım boyunca karşılaştığım güzel rastlantılardan biri de, Op. Dr. Mustafa Niyazi Dinçsoy ile tanışmamdı.
Aslında, kitap sevgisi buluşturmuştu bizi, biliyorum. Onu tanımış olmaktan çok büyük mutluluk yaşadım. Kendisinin deyimiyle "en yakın dostu" olma onurunu taşımaktan da...
Tam bir beyefendiydi. Kibardı. Soyluydu. Hep gülümseyen bir ifade taşırdı yüzünde. Gözleri her zaman pırıl pırıldı. Yalnızca zekasının ifadesini değil, yüreğindeki o müthiş insan sevgisini de görebilmek mümkündü o parıltılarda. Ama en çoğu da yaşam sevgisiydi...
Yaşına rağmen, sanki taşıdığı soyadına yaraşır biçimde her zaman “dinç”ti. Her şeyden önce, düşünceleri her zaman “genç”ti...
Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi var gibi gelirdi bana. Hiç bir zaman boş durduğunu anımsamam. Hep bir şeylerle uğraşırdı. Gündüzleri bağ işlerine gider, akşamları tarih araştırmalarını devamlı sürdürürdü. Yaşamı boyunca hep üretken olmuştu. Ama işte o enerji tükeniverdi bir gün! Ve o, hayata veda etti!
Bilge bir insandı.
Sohbetlerimizde, ondan çok şey öğrendiğimi söylemeliyim. Ayaklı bir kütüphaneden, konuşan bir bilgisayardan farksızdı. Olağanüstü bir akıl ve zeka gücüne, muazzam bir belleğe sahipti. Bu ülkenin belki de değeri tam olarak verilmemiş bilim adamlarından biriydi...
Mustafa Kemal hayranıydı.
Atatürk’ün aile kökenini ve soy ağacını da ilk o aydınlatmıştır.
26 Ocak 1923’te, Turgutlu'yu ziyareti sırasında Atatürk’e verdiği bir demet çiçeğin, 76 yıl sonra kendisine bir “onur plaketi” olarak geri dönmesi onu çok mutlu etmişti. En son, Atatürk’le ilgili bir araştırmasını daha tamamlayabilmişti. Ömrü izin verseydi, daha neler neler yazacaktı...
Gerçek bir “cumhuriyetçi”ydi.
Her zaman bilime ve bilimin önderliğine inanırdı. Babasından kalanlarla birlikte, evinde çok zengin, muhteşem bir kitaplık oluşturmuştu...
Yaşamını çok farklı bir biçimde sürdürebilecekken, o mütevazi bir yaşamı seçmişti.
Çok alçakgönüllü bir tavrı vardı hep. Elini öptürmez, çocukların önünde bile eğilirdi.
Bu da onu her zaman daha büyük yapardı benim gözümde...
Değerli bir dost, büyük bir insandı. Ölümünü kabullenmek, bu yüzden zor.
Ama biliyorum, büyük insanlar arkalarında bıraktıkları eserlerle yaşarlar aramızda.
Ve o, öylesine eserler bıraktı ki...
Atalarıyla her zaman övünürdü. Dedelerinin hepsi de, kendi devrinin en büyük bilginlerinden olarak bilinirdi. Bu yüzden de kendilerine "Cinni", "İbn-i Cinni” ya da “Cinnizade” denirdi.
Kendisi de, yazdığı eserlerine bu imzayı gururla atardı...
Bir de, en çok “Ben 10 binden fazla çocuğun dünyaya gözlerini açmasına yardımcı oldum” diye övünürdü...
İnatçıydı. İddiasından hiç vazgeçmezdi. Ama hep haklı da çıktı.
Titizdi. Her araştırmasında kılı kırk yarardı.
Hep “ilk”lerin insanı olmuştu...
Sıradışıydı. Bir gün, radyoda birlikte yaptığımız programların kasetlerini göstererek şöyle demişti: “Vasiyetimde, arkamdan mevlit okutacaklarına bu kasetleri dinlemelerini isteyeceğim. Bu kasetler benim mevlüdüm” demişti...
Onu anlatabilmek için, şu anki duygularım ve kelime dağarcığım beni bir hayli zorluyor. Biliyorum, onun için söylenecek daha çok söz var. Ama sevgili dostum, değerli büyüğüm M. Niyazi Dinçsoy da, bir söz ustası olarak, kelimelerin bazen yetersiz olduğunu çok iyi bilir.
O, “Son Cinni”ydi.
Dedelerinden gelen “İbn-i Cinni” ünvanını gerçekten hak eden özelliklere sahipti. Atalarından gelen “Cinni” ünvanını, yazılarında ve eserlerinde büyük bir gururla, bir imza olarak kullanan Op. Dr. Mustafa Niyazi Dinçsoy, 86 yıllık yaşamı boyunca, bir “İbn-i Cinni” olabilmenin o ayrıcalıklı tavrını 20. ve içinde bulunduğumuz 21. Yüzyıla kadar taşıyabilmenin o büyük ve anlamlı onurunu da yaşayabilmişti.
Biliyorum, ışıklar içinde yatacaksın, sevgili dostum...
Or. Dr. Dinçsoy, Kaymakam Orhan Işın'ın elinden onur plaketi ödülünü alırken
♦ M. N. Dinçsoy ve Cinnîler hakkındaki Diğer yazılar |