Bereketli topraklar üzerinde sevginin direnişe dönüşen adı

Bereketli topraklar üzerinde sevginin direnişe dönüşen adı
Bu yazı, TEMA Vakfı'nın talebi üzerine Kıbrıs Türk Stratejik
Araştırmalar Dergisi için hazırlanıp gönderilmiştir.


"Orda bir dağ var uzakta, o dağ bizim dağımızdır.
Gitmesek de görmesek de o dağ bizim dağımızdır."

Hemen hepimizin ilkokul çağlarında öğrenip de sevdiği ve söylediği bu türkü, hem yurt, hem de doğa sevgisini birlikte anlatır. Oturduğum yere sadece 12 km uzak olan bu dağ, sizin için ise başlangıçta gerçekten uzaktı belki. Ama buna rağmen, sizin de dağınız oldu. Defalarca gidip gördüğüm, zirvesine çıktığım bu dağı sonraları ne kadar çok insan gelip de gördü, tırmandı doruklarına. Çünkü önceleri sadece sıradan olan bu dağ, sonradan bir direnişin de adı oldu.

Bu dağın adı: Turgutlu Çaldağı



Sekiz tepeden oluştuğu için “Ay sekizi tepesi” diye de anılan bu dağ, Geç Lidya döneminden günümüze kadar uzanan zaman dilimi içinde insanlara hep kucak açmış, pek çok uygarlığı bağrında taşımış. Halk da o kadar sevmiş ki, “Ay sekizi tepesi” yerine zaman zaman “Ayşe kızı tepesi” diye de anmış.

Ama bir gün bu sevgi, bağrında bir de nikel madeni taşıması dolayısıyla, ayrıca bir direnişe de neden oldu. Çünkü bu nikel madenini elde etmek isteyen İngiliz European Nickel şirketi tarafından “dünyada ilk defa” uygulanmaya çalışılan ve dünyanın en bereketli 7 havzasından biri olan, efsanelere bile konu olmuş Gediz Vadisi’nde yaşamı tümüyle yok edebilecek potansiyelde bir tehlikeye sahip proje nedeniyle, bir büyük bir çevresel facianın da odağı olacaktı Çaldağı

Çaldağı, sülfürik asit projesi için pilot bölge oluyor!

AB ve Dünya Bankası gibi kuruluşların Avrupa’nın göbeğinde bir çevresel faciaya göz yummaması nedeniyle Avrupa ve Balkanlarda tamamen umudunu yitiren İngiliz European Nickel (ENK) şirketi, gözünü Türkiye’ye çevirmişti. Dünyada hiçbir ülkede uygulanmasına izin verilmeyen proje için Türkiye’yi kendilerine cazip bir yer olarak gösteren nedenler ise; çevre bilinci ve çevreye duyarlılığın zayıf oluşu, bu konularda halkın çok cahil olması, yoksulluğun çok fazla olması ve ülkenin adeta bir yolsuzluklar cenneti haline gelmesiydi. Projesi için ümitlendiği bu ortamlar dolayısıyla European Nickel şirketi hiçbir ülkede alamadığı izni Türkiye’de sürdürdüğü lobi faaliyetleri ve güçlü diplomatik ilişkiler sonucu elde edebildi. Daha önce deneme çalışmaları yaptığı Arnavutluk, Sırbistan ve daha birçok ülkelerden kovulmuş olan bu şirket, dünyada hiçbir ülkede uygulanmasına izin verilmeyen “sülfürik asit liç usulüyle açık nikel madeni işletmesi” projesi için Çaldağı’nı pilot bölge seçerek, projenin “Amiral Gemisi” ilan etti. Diplomatik ilişkiler ve baskılarla Türk hükümetinin zayıf yönlerini kullanmış ve sonunda istediği ÇED Raporu’nu da zaten kimselerden habersiz alabilmişti. Dolayısıyla devlet (ya da hükümet) gücünü de arkasına alan bir şirket, tüm Gediz vadisini yok edecek bir potansiyele sahip bir projeyi Çaldağı'ndaki paravan şirketi Sardes şirketi eliyle uygulayabilmek için her türlü resmi engeli aşmayı başarmıştı.


Ama kendilerinin kobay olmasına da izin vermeyen yöre halkının direnişinin gücünü aşamadı. Böylece Çaldağı, bir direnişin de adı oldu…

ÇED Raporları amacından saptırıldı

Bilim veya bilimsellik denilince, öncelikle ayırt edilmesi gereken bir konu var: Gerçekten bilimi kim temsil ediyor, kimler gerçek bilim adamı? Tüm Gediz vadisini büyük bir çevre felaketine götürecek bu projeye izin için hazırlanmış ÇED Raporu’nun altına imza atanlar da Profesör unvanı taşıyor (!) maalesef. Ve maalesef Türkiye’de artık ÇED Raporları amacından sapmış, sadece isteyen şirketin siparişi üzerine para karşılığı hazırlanan birer belge özelliğine dönüşmüş. Ve de bu süreçte Turgutlu’ya gelip, “ormancılık artık o kadar önemli değil, ormancılıktan vaz geçip madenciliği teşvik etmek gerekir” diye konferanslar verenler de profesör unvanı taşıyordu…


Bilim; insan ve doğadaki yaşamın devamı içindir

“Kim gerçek bilim adamıdır, gerçekten bilimi kim temsil ediyor” sorusuna karşılık olabilecek ve her zaman çevremle paylaştığım bir değer yargısı var:

Kendisinin bilim adamı olduğunu iddia eden kişinin önüne bir külçe altın koyun, bir de bir kâğıt parçası. Sonra da “hangisi daha değerli?” diye sorun. Eğer altın külçesinin daha değerli olduğunu söylüyorsa, o kişi gerçek bir bilim adamı değildir. Çünkü tarih boyunca insanlar bir parça altın için birbirini öldürmüş, savaşlar yapıp, kanlar dökmüş, Kızılderililere yapıldığı gibi kimi zaman ırkları yok etmiş, ülkeleri işgal edip, talan etmiş. Ama bir kâğıt parçası yüzünden kimse birbirini öldürmemiş. Uygarlık tarihi boyunca insanlık bu kâğıt parçası sayesinde gelişmiş. Bir kâğıt parçası kimi zaman insanlığa kılavuz olup ona yol göstermiş. Bütün kutsal kitaplar altın külçesine değil, ama o kâğıt parçası üzerine yazılmış. Çocuklarımızı iyi insan olsunlar diye okula gönderdiğimizde, onların önüne bir külçe altın değil, ama işte o kâğıt parçası koyulur, kitap olarak veya defter olarak… İşte o kâğıt parçası, yok edilmek istenen, milyonlarca ağacın yaşadığı Çaldağı’ndaki ormandır, o ormanda yaşayan herhangi bir ağaçtır…

Bu nedenle, bir kâğıt parçasının daha değerli olduğunu söyleyen her kimse, kendisini insanlığa adamış, dolayısıyla doğadaki yaşamın devamından yana olan gerçek bir bilim adamıdır…

Çevre, siyasetler üstü bir konudur

Devlet desteğini de arkasına almış bir şirketin tüm Gediz vadisini yok edecek bir projesini engellemek, büyük bir faciayı önlemek için gerekli kamuoyu desteğini sağlayarak kendi dinamiklerini örgütleyebilmesi konusu oldukça zorlu bir uğraş gerektiriyor. Çevreye duyarsızlığın had safhada, çevre bilincinin de sıfır düzeyde olduğu bir ülkede, ayrıca devletçe çıkartılan yasalara karşı da bir mücadeleyi içerdiğinden, çevreci mücadeleler halkı topyekûn örgütleyebilme ve dolayısıyla kazanılması zor olan bir mücadele özelliğinde. Bir de toplum olarak uzlaşma kültürüne sahip olamayışımız, birbirinden çok farklı değerlere sahip oluşumuzu da buna eklediğimizde, ne yazık ki bir çok bölgede olduğu gibi, kısa sürede ya bir yenilgi veya benzer durumlar yaşanabiliyor. 15 yılı aşkın süren, adeta efsaneleşen Bergama direnişinin sonuçta bir yenilgi yaşaması gibi örnekler de bu açıdan ders çıkarılması gereken gerçeklerdi. Çaldağı olayında herhangi bir yenilginin yaşanmasının bedeli ise çok ağır, bir daha geri dönüşü olmayacak kadar büyük bir çevre faciasının yaşanması demekti. Bu nedenle başka yerlerde düşülen yanlışlara düşülmemesi için yine aklın yolunu izlemek gerekliydi...



Farklılıklarımız; bizim zenginliğimizdir

Karşı karşıya bulunulan tehlikenin ne denli büyük olduğu ve bu konuda bir başarısızlığın çevre felaketi açısından ne kadar ağır bir bedeli ve vebali olacağının bilinci ile hareket etmeye özen göstererek Çaldağı mücadelesi başlatıldı. Bu mücadelenin felsefesi oluşturulurken de, geçmişteki çevreci mücadelelerde (özellikle Bergama örneğinde) yaşanmış ve yenilgilere neden olan yanlışlardan da dersler çıkararak, aynı yanlışlara düşmeme çabasıyla bir felsefe oluşturulmaya çalışıldı. Daha en başta, bu mücadelenin "halkın ortak tutumunu temsil eden bir dava" halinde sürdürülmesi gerektiğinin zorunluluğu fark edilerek hareket edildi. Bu nedenle de her kesimi, her düşünceyi kucaklayan ve halkı temsil edebilek bir yapı oluşturma çabasında olundu. Böylelikle bu direnişe önderlik etme sevdasıyla çeşitli guruplar veya siyasetler arasında, aslında bir ego savaşı anlamına gelen, bir yarış yaşanmasına da izin verilmemiş oldu…

Çaldağı direnişinin temelini oluşturacak “toplumun her kesimini, her siyasi düşünceden insanı kucaklayan bir yapı”nın sağlıklı bir şekilde korunabilmesi için de, "Bizim farklılıklarımız bizim aykırılıklarımız değil, bizim zenginliğimizdir" anlayışı bir felsefe haline getirilerek, TURÇEP (Turgutlu Çevre Platformu) adıyla oluşturulan bu yapıya da bu felsefe yerleştirildi.



Direnişin en kritik stratejik aşaması: ilk aşama

Dünyanın en verimli 7 havzasından biri olan Gediz Vadisi’nin karşı karşıya kalacağı büyük bir çevresel facianın önüne geçilebilmesi için yürütülecek mücadelenin belirli stratejik aşamaları olduğu düşünülürse, böylesi bir büyük felaketin yaşanmasını daha ilk aşamada durdurabilmek gerekliydi. Bu aşama ise, Çaldağı’ndaki ormanlık alanın yok edilmesini, milyonlarca ağacın kesilmesini mutlaka engelleyebilmekten geçiyordu. Çünkü ağaçların kesilerek bir ormanlık alanın yok edilmesi, yaşanacak olan çevre felaketine açılacak ilk kapının aralanması demekti. Bu nedenle mücadelenin ilk aşaması, ağaçların kesilmesinin karşısında durmak şeklinde gelişti. Bu olay zaman zaman bir ağaç polemiğine dönüşmesi yüzünden “marazlı bir ağaç sevgisi” gibi yanlış algılanmalara neden olmasına karşın, sonuçta daha ilk mevzide bir büyük felaket yaşanması önlenmiş, çevre ve insanlık düşmanı bir projenin uygulanması daha bu başlangıç aşamasında bir faciaya dönüşmeden engellenmiş oldu…

Asıl kahraman “akıl”

“Başarı” veya “zafer” ile sonuçlanan her direnişi, destanlaştıran veya kahramanlaştıranlar da olabiliyor. Ama Çaldağı direnişi hakkında asıl vurgulanması gereken olgu, bu direnişi başarıya götürenin kahramanlıklardan öte, “akıl” olduğu gerçeğidir. Çünkü bu direnişe başından beri yön veren tek şey “akıl”dı ve daima “bilimin ışığında yürümek” oldu. Daima bilim adamları ve hukukçularla kolkola bir yürüyüş içinde olundu. Tek yol gösterici olarak bilimi ve bilimselliği kılavuz edinen Çaldağı mücadelesi, belki birçok çevreci mücadeleden farklı olarak bu nedenle pek çok “ilk”lere de damgasını vuran bir süreç yaşadı.



"Halk" olgusu öne çıkarıldı

TEMA Vakfı'nın TURÇEP'le birlikte zamandaş olarak yaptığı açıklama tekrar dikkatle incelenirse şöyle deniliyor: "Turgutlu Çaldağı'nda tek ses, tek yürek olan halk Gediz vadisini kurtardı…" İşte asıl konu bu: “Halk" olgusunu ön plana çıkarmak. Kişileri değil, halkı kahraman göstermek. Çünkü halk desteğini arkasına alan her direnişin başarı şansı yüksektir.

Dolayısıyla Çaldağı mücadelesi, sahip olduğu bazı özellikler nedeniyle çevreci mücadeleye örnek olabilecek, hatta belki de bu özellikleri nedeniyle önderlik de edebilecek bir felsefeye sahip. Eğer Çaldağı sadece bir direnişin adı değil, ama çevreci anlamda bir zaferin de adı ise, bu zaferin kazanımları ülke genelindeki çevreci mücadeleye çok önemli katkılar yapacağı gibi, edindiği birikim ve deneyimlerini paylaşarak, "sülfürik asitin madencilik sektöründe yasaklanması"nı sağlayana kadar sürecek evrensel düzeyde bir mücadeleye de katkı yapabilir.

Bu olgu da, çevreci mücadelenin tüm canlıların ortak bir yaşamı paylaştığı doğanın ekolojik dengesinin korunmasını da kapsadığından, evrensel düzeyde ve uzun soluklu bir mücadele olarak algılanması gerektiği anlamına gelmez mi?

AMİRAL BATTI!

Sonuçta; bir sevginin bereketli topraklar üzerinde direnişe dönüşen adıdır Turgutlu Çaldağı. Kimbilir, belki TEMA’nın dediği gibi, bir zaferin de adıdır! (Umarım.)
Ya da hayatta gerçek anlamda ifadesini bulan bir “amiral battı” oyunu!



Bu yüzden, “İngiliz European Nickel şirketinin halkın karşı direnişine dayanamayıp da Çaldağı’ndan vaz geçtiği” haberini aldığım o anda mümkün olsaydı eğer, yapmak istediğim tek bir şey vardı: Nefesim yeterse, bacaklarım taşırsa, son hızla Çaldağı’na koşup, zirvesine tırmanmak ve oradan sesim yettiği kadar haykırmak: 
“GÖZÜNAYDIN ÇALDAĞI! AMİRAL BATTI!”

Ayrıntılı bilgi için tıklayınız: Nasıl bir çevre felaketi bizleri bekliyor?

Turgutlu Çaldağı'ndaki madene karşı mücadele hakkında bazı yazılarım

Çaldağı'nda neler oluyor?
Bir efsanenin hatırlattıkları
Nasıl bir çevre felaketi bizleri bekliyor?
Sülfürik asit liç yöntemi ve tehlikeleri
Ağaç katliamının boyutları korkunç olabilir!
Yoksa siz 1 milyona kadar saymasını mı bilmiyorsunuz?
Maden şirketinin kuruluşu ve Turgutlu'ya gelişi
Esrarengiz mektup
Evet, kovuldunuz!
Nikel madenciliğinde sülfürik asit projesinin laboratuarı Türkiye mi?
Çaldağı sorunu ve çevreci mücadelenin anlamı üzerine
Asıl ikiliem: cüzdan mı, vicdan mı?
Bu madene her yönüyle ve tümüyle karşı çıkılmalı
Dünya vahşi madenciliğe karşı küresel düzeyde direniyor!

Yorumlar - Yorum Yaz