İnsanoğlu, bugünkü uzay çağında başka gezegenleri keşfe çıkıp buralarda yaşam var mı diye arayadursun, belki de sonsuza dek içinde yaşamak zorunda olduğu kendi gezegeni “Dünya”ya ise pek de iyi baktığı söylenemez.
Bunu anımsatmak için Dünya Çevre Günü, Çevre Koruma Haftası, Toprak Bayramı, Erozyonla Mücadele Haftası gibi bazı gün ve haftalar da ilan edilmiş. Bunların yaşama geçirilişi, insanın doğa ve çevreye ilişkin bakışını, çevresel sorunların ve insan-doğa ilişkisinin doğruları ve yanlışlarını ortaya koymayı amaçlıyor. Tüm bayram, şenlik ve kutlamalarda aynı zamanda canlanma, yenilenme, bereket ve benzeri duygular da kutsal bir giz olarak bu günlere eşlik eder gibidir.
Doğanın ve çevrenin günümüze ilişkin durumu göz alındığındaysa, daha çok insanın doğa ve çevreye karşı bakışı ve tavrını eleştirmek ve yargılamak zorunda kalıyoruz. Çünkü bilim adamları ve çevrecilerin yaptıkları araştırmalarda şu korkutucu sonuç ortaya çıkıyor: İnsanın doğaya karşı tutumu oldukça saldırgan! Doğal dengenin bozulması ve çevre katliamında gösterilebilecek tek sorumlu da ne yazık ki insan!
Bu nedenle akla bir soru geliyor hemen: “Doğanın en vahşi yaratığı insan mı yoksa?”
Ozon tabakasının delinmesi, denizler ve diğer doğal akarsu kaynaklarının kimyasal ve evsel atıklarla kirletilmesi, etrafımızdaki oksijeni hergün biraz daha azaltıp çevremizi kuşatan dev çöp yığınları, orman yangınları, ağaç katliamları, savaşlar, nükleer ve kimyasal silahlar, amaç dışı toprak kullanımı gibi daha sayılabilecek pek çok örnek, insanoğlunun doğaya ve ayrıca kendi nesline karşı saldırgan tutumunu yeterince gösterebiliyor
Ne var ki insanoğlu doğaya karşı takındığı bu saldırgan ve çılgınca yok edici tavrına devam ettiği sürece, gelecekte daha pek çok felaketle yüzyüzeyiz demektir. Pek çok erozyon, toprak kayması, sel felaketi, kuraklık, küresel ısınma gibi gelişmeler, bir bakıma insanoğlunun yaptığı zulüm karşısında doğanın bir başkaldırışı gibi.
Uygarlık düzeyinin yükselmesi ve teknolojinin başdöndürücü bir hızla gelişmesi, doğaya karşı zafer kazanma ihtirasındaki insanoğlunun da başını döndürmemeli. Doğaya karşı zafer kazanmak, belki başlangıçta yakıp-yıkıcı ve tüketici bir sarhoşluk aşılamış insana. Ama artık insanla-doğa arasına yenenle-yenilen arasındakinden daha farklı bir ilişki yerleşiyor. Çünkü doğaya karşı zafer kazanmak, giderek bir çevre katliamına da dönüştü.
“Doğanın en vahşi yaratığı insan mı?” sorusunun yanıtı, “hayır” elbette. Aslolan cehalet. Ve bir de obur ihtiras! Söz gelimi orman yangınında bir sigara izmariti, sadece bir nedendir. Ama aslolan cehalet! Kasıtlı yangınlara ve sabotajlara ne demeli peki? Cehaletin potasında büyüyen kör ve obur ihtiras! Doğanın en vahşi yaratığı insan değil elbette. Çırılçıplak ilkelliğiyle huzurlarımızda bulunan; yalnızca cehalet ve onun yetiştirdiği kör ve obur ihtiras.
Görüyoruz ki, insanoğlu bugün sadece teknolojinin imkanlarını kullanıyor diye “uygarım” diyor. yoksa içindeki ilkelliği ise bir türlü aşamamış hala. Bazı savaşlar da, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları da yeterince açıklayabiliyor bunu.
İçimizdeki ilkellikten kurtulabilmek için ise, cehaletle savaşmak, cehalete karşı savaş açmak gerekli. Her yerde savaş çığlıklarının atıldığı bir ortamda insanlığın vereceği en erdemli savaşlardan biri, cehalete karşı yapacağı savaş olacaktır. İnsanın insanla ya da doğayla değil, kendisini bu ilkel davranışlara yönlendiren cehaletle savaşması en doğru seçenek. Üstelik bu savaştaki tek araç da bilimdir. Atatatürk’ün deyişiyle, “hayattaki en doğru yol gösterici olan bilim.”
İnsanın zaferinin sürebilmesi için doğanın da var olması, kendi dengesini koruyabilmesi, doğal yaşamın devamı, bozulmadan kalabilmesi gerekiyor. Yoksa bu gidişle zafer, büyük bir yenilgiye dönüşecek! Doğa kendisini kirleten ve katladenleri kesinlikle bağışlamıyor. Eğer insanoğlu “ben doğanın hakimiyim” derse, doğanın intikamı korkunç olur!
Bir ağacın yeryüzündeki herhangi bir prensten daha soylu olduğunu artık kavrayabilmeliyiz.
Doğanın da aslında bir ayna olduğunu düşünmeliyiz.
Aynaların en büyüğü, en gerçekçisi hem de.
Her aynada olduğu gibi, ona bakarken de kendimizi görmeliyiz.
Bu aynaya bakıp da şu soruyu da sormalıyız:
“Doğanın mı batağındayız biz, yoksa kendimizin mi?”
Bu soruya da acilen bir yanıt vermek zorundayız!
Çünkü dünyanın başı dertte!