Kadının yaşadığı dram ve çektiği çile, aslında bildiğimiz tarihle özdeşleşecek kadar eski. Dram, tarih boyunca adeta bir yazgısı gibi olmuş kadının. Tarihin ilerleyen zamanlarında ise, uygarlığın nimetlerinden bile yararlandırılmaları konusunda hep dışlanmışlık yaşatılmıştır kadına. Bunlardan bir örnek de eğitim konusundaki eşitsizliktir.
Bu konuda Turgutlu'nun geçmiş tarihinden ilginç bir örnek aktarmak istiyorum.
Turgutlu’da 1913'te ilk kez bir kız okulu açılır. Ama bu kız okulunun açılışı ise hiç de o kadar kolay olmamış. Böyle bir okul açılması bir yana, kız çocuklarinin okuma-yazma ögrenmesi düşüncesi bile ilçede büyük tepki ile karşilanmış, hatta bir karşı direnişe bile dönüşmüş...
Direnişin öyküsü kadar, bu Kız Okulu'nun açılış öyküsü de oldukça ilginç ve ibret verici.
1900’lü yıllara kadar kasabada kız çocuklarin eğitimi konusu, yalnızca Kuran kursları gibi dini eğitimler veren mahalle mekteplerinde yapılıyor, ama buralarda da kız çocuklarina sadece bazı namaz sureleri ile ilahiler ve mevlid ezberletiliyordu. Ve o yıllarda kasabada kız çocuklarinin okula gönderilmesine halk tarafından pek sıcak bakılmadığı da görülüyor.
Kasaba’da bir kız okulu açılması ve kız çocuklarinin da okuma-yazma ögrenmesi fikrinin olumsuz karşilanması, ayrıca buna karşi tepkinin bu denli geniş bir düzeye yayılması ve giderek direnişe dönüşmesinde en önemli etkenlerden biri, o yıllarda Kasaba Kaymakamı olan Şakir Bey’in pasifliği, kaypak tutumu ve ikili tavırları olarak gösterilir.
Bir diğer etken de, o yıllarda kasabadaki genel kültürün geriliği olarak sıralanabilir. Öyle ki, “kız çocuklarinin okula yazdırılması” düşüncesi bir yana, “okuma-yazma ögrenmeleri” fikrine bile tahammül edilemeyip, karşi tepki gösterilmiş. Zamanla bir direnişe dönüşen bu tepkilerin oluşumunda, Kasaba’nın ileri gelenlerinin halkı örgütleyerek, bu olaya karşi çikmasi için tahrik ettikleri görülmüş...
Kasaba Rüştiye Mektebi Müdürü İbn-i Cinni İsmail Hakkı Bey (Cinni Hoca) ile Hacı Muharrem Camii vaizi olan Cüher Hoca (Ahmet Hamdi Öztarhan), kız çocuklarinin eğitiminin ve okuma-yazma ögrenmelerinin gerekliliğini, Kasaba’da bu konuda halkın anlayış olarak geri ve eksik olduğunu farkederek, bu soruna bir çözüm arayışı içine girerler. İsmail Hakkı Bey, bu sorunun çözümü için Kasaba’da bir kız okulunun açılması düşüncesini ortaya atar. Ama bunun için öncelikle Kasaba halkına kızların da okuma-yazma ögrenmelerinin gerektiği, “kız çocuklarinin da böyle bir hakkı olduğu”nun anlatılması ve halkın bu konuda bilinçlendirilmesi de gereklidir.
İsmail Hakkı Bey, bu konuda Cüher Hoca’nın da kendisi gibi düşünmesi dolayısıyla Kasaba’da böyle bir olaya önderlik etmek için Cüher Hoca ile birlikte çalismalara girişir. Bir süre sonra Doktor Hilmi Bey (Poyrazzade) de kendilerine destek olmaya ve halka kızların da okuma-yazma ögrenmeleri gerektiğini anlatmaya başlar. Cinni Hoca ve Cüher Hoca, halka kız çocuklarinin da eğitilmeleri gerektiğini ve okuma-yazma ögrenmelerinin çok yararlı ve iyi olduğunu ne kadar anlatmaya çalissalar da, karşilarına bu konuda ciddi engeller çikiyor ve tepki görüyorlardı.
Bu tepkilerin ardında da devletle ve Kaymakam Şakir Bey ile yoğun ilişkiler içinde olan Kasaba’nın bazı ileri gelenleri vardı. Kasaba’nın bu ileri gelenleri arasında da Halil Mutaf Ağa da en başta yer alıyordu. Halil Mutaf Ağa, kız çocuklarinin okuma-yazma ögrenmesi fikrine şiddetle karşi çikiyor ve “Kızlar sedece mevlid ve ilahi ögrenir. Bunun dışındaki bilgiler kızlara gerekmez” şeklindeki konuşmalarıyla halk üzerinde etki sağlamaya çalisirken, kızlar için “Okuma yazma ögrenmek kafirliktir, ahlaksızlıktır” diye karşi propaganda da yapıyor ve son derece geri bir fikri halka aşilamaya, halkı bu yönde bir direniş tavrı aldırmaya çalisiyordu.
Öte yandan, Kasaba Kaymakamı Şakir Bey’in de ilçedeki ileri gelenlerle arasının bozulmasını istememesi ve bu konuda ikili bir tavır içine girerek, kendisini halktan yana imiş gibi gösterip, daima halkın tarafını tutar bir eğilimdeymiş izlenimiyle altan alta Mutaf Ağa’nın tavrını destekler gibi görünmesi, Kasaba halkının kızların da okuma-yazma ögrenmesi konusunda tepkici davranışlarını bir anlamda daha da geliştiren bir etken oluyordu. Ve bu durum da, İsmail Hakkı Bey ile Cüher Hoca’nın çabalari karşisına dikilen engellerden bir başkasını yaratıyordu. İbn-i Cinni İsmail Hakkı Bey ve Cüher Hoca’ya destek olan Dr. Hilmi Bey’in bu konudaki başvuruları da sonuçsuz kalıyordu.
Kaymakam Şakir Bey’in kaypak ve pasif tutumundan da cesaret alan Mutaf Ağa’nın karşi propagandalarla halkı bu fikre karşi çikma konusundaki çalismalari, doğal olarak halk üzerinde etkili de olmuştu. Halil Mutaf Ağa’ya hak vererek onun yanında yer alan bir kısım ahali, “Kızlar okuyup da yavuklularına, sevgililerine mektup mu yazacaklar? Kızlarımız ahlaksız mı olsun?” gibi geri fikirlerle kız çocuklarinin okuma-yazma ögrenmesi ve eğitim görmesi anlayışına karşi tepki gösteriyor ve direniyorlardı.
Çakıcı Mehmet Efe devreye girince
Bütün bu ortamın değişmesi ve Kasaba’ya kız okulunun açılmasının gerçekleşmesi Çakıcı Mehmet Efe’ye bağlanır. Kasaba’daki bu “gerici direniş”in önderligini yapan Halil Mutaf Ağa’nın yola getirilmesi bu olayın gerçekleştirilmesi yolunda ilk ve önemli adım olarak görülür.
Bu amaçla da, Kasaba’daki bu gelişmeler bir şekilde Çakıcı Mehmet Efe’ye duyurulur. Çakıcı Mehmet Efe’nin devreye girmesiyle de kız okulu sorunu çözülür...
Çakici Mehmet Efe, Halil Mutaf Ağa’ya haber göndererek kendisini uyarır. Ancak Mutaf Ağa, hem hükümet konağına yakın bir yerde oturduğundan ve hem de halkın kendisinin yanında yer almasına güvenip, bu uyarıya kulak asmaz ve “kız çocuklarinin okuma-yazma ögrenmesi durumunda ahlaklarının bozulacağı, ahlaksız olacakları” düşüncesini halk arasında yaymaya devam eder.
Ama bir gece yarısı, Mutaf Ağa’nın hükümet konağı yakınlarındaki konağı Çakıcı Mehmet Efe ve adamlarınca basılır ve oğlu da dağa kaldırılır. Çakıcı Mehmet Efe, kaçırdığı oğluna karşilık Mutaf Ağa’dan bir fidye olarak “Kasaba’da kız çocuklarinin okuma-yazma ögrenmelerine karşi çikmamasini ve kız okulunun açılması için de bir miktar para vermesini” ister. Aynı zamanda Kaymakam Şakir Bey’e de haber göndererek isteğini ileten Çakıcı Mehmet Efe, Şakir Bey’e isteğini gerçekleştirmesi için ayrıca bir miktar altın da yollar...
Sonunda Çakıcı Mehmet Efe’nin devreye girmesiyle, 1913 yılında Turgutlu’da şimdiki Sevinç Meydanı yöresinde bir kız okulu açılır.
Ama sorun okulun açılmasıyla bitmiyor tabii. Asıl sorun, böyle kavgalı-gürültülü bir şekilde açtırılan okulun şimdi de içini doldurabilmekte. Kız okulunun açılmasıyla ilk etapta önemli bir engel aşilmış gibi görülür belki ama, iş şimdi de Kasaba halkının kız çocuklarini bu okula kaydettirmesi konusuna dayanmaktadır. Kız okuluna ilk ögrenci kaydı da, Cüher Hoca’nın kendi kızı Emine’yi kaydettirmesiyle gerçekleşir. Bunu daha sonra Kasaba Rüştiye Mektebi Beden Eğitimi Ögretmeni Ali Bey (Özdamar)’in kızı Edibe’nin kaydını yaptırması izler. Ama bir yanda Çakıcı Mehmet Efe korkusu ve öte yanda okulun açılmış olmasına karşin, halk yine de kızlarını okula kaydettirme konusunda kararsızdır.
Halkın bir süre sonra yavaş yavaş da olsa kızlarını okula kaydettirmeye başlamasının gerekçesi ve dayandığı gelişmeler ve bunun öyküsü de bir hayli ilginç...
Bakın, Turgutlulular kız çocuklarını okula nasıl göndermeye başlamışlar:
Bir süre sonra, halkın kız okuluna karşi boykotunu kırmak için, kız çocuklarinin eğitimi konusunda önderlik yapan İbn-i Cinni İsmail Hakkı Bey ile Cüher Hoca’ya destek olmak isteyen Saray’dan bir haber geldiği ve Kasaba’ya bir kız okulu açılmasının hem Saray’ı hem de vilayeti çok memnun ettiği" haberi yayılır.
Halk arasında kulaktan kulağa “kızlarını bu okula kaydettiren veliler veya babalara nişan verileceği ve bu amaçla bu velilerin bir isim listesinin Saray’a ulaştırılmak üzere vilayete gönderilmesinin istendiği” şeklinde bir söylenti yayılmaya başlanır. Böylece, bir süre sonra, Padişah’tan ödül alacakları düşüncesiyle kasaba halkından bir çok kişi kız çocuklarini okula yazdırmaya başlar ve böylece de halkın kız okuluna karşi boykotu da önemli ölçüde kırılır...
Ve Kasaba’da “kız okulu açılması” olayı da amacına böylece ulaşir...
İbret verici olan ayrıntı ise, böyle bir konunun Saray yönetiminin "eşkıya" dediği birinin, Çakıcı Mehmet Efe'nin yardımları sayesinde gerçekleştirilmiş olması. Çakıcı'yı halk arasında bir "efsane" yapan da onun bu özelliğidir zaten.
Çakıcı Mehmet Efe, Kaymakam Şakir Bey’e daha önce de benzer bir tavır takınmış ve kendisine zorla bir cami yaptırmıştır. Bugün Piyaleoğlu Caddesi’nde bulunan cami, bu camidir. 1906 yılında yapılan ve ilk zamanlarda Kaymakam Camii olarak adlandırılan bu camiye, daha sonradan Çakıcı Mehmet Efe’nin adıyla anılarak “Çakıcı Camii” denilmeye başlanmıştır.
İşte bu konuyu da içeren bir başka Çakıcı Mehmet Efe olayı daha: "Sabancı Çeşmesi"