Dünyada eşine ender rastlanır bereketiyle bilinen, mitolojik çağlardan bu yana havzanın en önemli hayat kaynağı olarak varlığını sürdüren Gediz Nehri'ne yaşatılan dram nedeniyle, bu nehirin dünyanin en verimli toprakları arasına soktuğu Gediz Havzası, günümüzde artık bir çok çevresel sorunun yarattığı olumsuzlukları da bağrında taşımak zorunda bırakıldı. Yıllardır yaratılmaya devam edilen çevresel sorunlar, bereberinde getirdiği olumsuzluklar nedeniyle havzanın bir çevre dramı yaşamasına da yol açtı. Erozyon ve bölgenin jeolojik yapısından kaynaklanan olumsuz etkenlerin yanında, artık günümüzde felaket boyutuna gelen kirliliğin oluşmasındaki başlıca neden ve faktör ise tabii ki (ve ne yazık ki) yine aynı: İnsan faktörü!
Ancak bölgede yaşayan köylü ve çiftçilerin özellikle birinci sıraya yerleştiği faktör; sanayi tesislerinin neden olduğu kirlilik olarak göze çarpıyor. Cehalet ve aç gözlü ihtirasın da körüklediği aşırı kar hırsının bir yansıması olarak gelişen çarpık sanayileşme, alt yapı sorununu gözardı eden bir dengesizliği de beraberinde getiriyor. Bu doğal dengenin bozulmasından da Gediz Nehri en çok etkiyi almış durumda.
Dünyada eşi az bulunur bir verim ve bereketi topraklarımıza çağlardır bir armağan gibi sunan Gediz Nehri, günümüzde ise olağanüstü bir kirlenmeye uğratılarak, adeta can çekişir hale getirildi ve ölümle pençeleşiyor. Bu kirliliğin nedeni her ne kadar bilinçsizlik ve duyarsızlıkla açıklanmaya çalışılsa da, aşırı kar hırsının da neden olduğu çarpık sanayileşmenin yol açtığı çevresel katliamın elini Gediz'e de uzattığı gerçeğini asla gözden kaçırmamak gerek. Çünkü çevre konusunda bizim en acı gerçeklerimizden biridir: sanayileşmenin yoğunlaştığı bir dönemde sanayi kuruluşları küçük yatırımlarla aşırı kar elde etme hırsları nedeniyle eksik alt yapıları ve çarpık anlayışlarıyla her zaman bir çevre düşmanı kesilmişlerdir.
Bereketin sembolü Gediz Nehri'nin 160 km.lik bölümü Manisa ili sınırları içinde yer alıyor. 1998 yılında yapılan raporlara göre, Manisa merkezde 53, Salihli ilçesinde 34 deri fabrikasının atıkları ile, Salihli ve Turgutlu ilçelerinin tüm evsel atıkları Gediz Nehri'ne dökülüyor. Bu korkunç kirlenmenin yarattığı doğal sonuç ise, ekolojik dengenin bozulması ve Gediz Nehri'nin bugün can çekişir hale getirildiği gerçeği!
Gediz sadece ölmüyor, öldürüyor da!
Evet, Gediz yalnızca ölmüyor, öldürüyor!
Çağlardır etrafında yaşayan canlıları doyuran bir bereketi armağan etmesi karşısında kendisine yapılan bu zulüme başkaldırırcasına, adeta intikam almak istercesine. Yani Gediz Nehri yalnızca ölmüyor, aynı zamanda öldürüyor da!
1998 yılında Ege Belediyeler Birliği'nin yayımladığı raporda, aynen şu ifadeler yer alıyor: "Sanayi tesislerinin atıkları toprağa, havaya ve suya gelişigüzel verildiğinden ciddi sorunlar yaratmaktadır. Fabrikaların büyük çoğunluğunun ya arıtma tesisleri yoktur ya göstermelik arıtma tesisi kurmuşlar ya da yüksek işletme maliyetleri nedeniyle gerektiği kadar çalıştırılmamaktadır. Manisa ilindeki 57 deri atölyesi, yağ ve sabun fabrikası, Küçük Sanayi Sitesi, Sümerbank tekstil fabrikası, Gediz Nehri'ni kirletmeye devam etmektedir." Uşak ilinde bulunan 400 deri fabrikası da krom gibi çok tehlikeli ağır metaller içeren atıklarını yıllardır arıtmadan Gediz Nehri'ne gönderiyorlar.
1997 yılında ise, Gediz Nehri'nin kirlilik oranının maksimum düzeye çıkması üzerine, Manisa, Kemalpaşa ve Gediz Deltası üzerinde bulunan fabrikalarda Çevre Bakanı İmren Aykut tarafından inceleme yaptırılmıştı. İnceleme sonrasında, fabrikalarda arıtma tesisi bulunmadığı ve bu fabrikaların kimyasal atıklarına ek olarak belediyelerin de evsel atıklarını Gediz Nehri'ne boşalttıkları saptanıyordu. Bunun üzerine de sanayi kuruluşlarına 31 Aralık 1998 tarihine kadar gerekli arıtma tesislerini kurabilmeleri için süre verilmişti.
Ama aradan geçen bunca zaman içinde ne sanayi kuruluşlarının ne de belediyelerin arıtma tesisi kurduklarına ilişkin kayda değer hiç bir somut gelişme yaşanmadı. Ege'nin hayat kaynağı Gediz Nehri, böylece her geçen gün daha da kirletilip, bir adım daha ölüme yaklaştırıldı. Her geçen saniye biraz daha kirletilmeye devam edilen Gediz Nehri, artık geçtiği yerlere lağım kokuları salıyor, tehlike ve ölüm saçıyor. Geçtiği yerlerde balıklar ölüyor, suladığı topraklar bozuluyor, bitkiler çürüyüp kuruyor.
Ağır metaller fazlalaştı
Ege Belediyeler Birliği'nin raporuna göre, Gediz'in sularına günde 12 bin 500 metreküp zehirli su bırakılıyor. Gediz de bu zehirle birlikte etrafına tehlike ve ölüm saçıyor. 1999 yılında ise, 14 ayrı noktada yapılan ve "korkunç" diye tanımlanan ölçümlerde, Gediz suyunun tarımsal alanlarda kullanılmasının giderek sakıncalı olmaya başlandığı vurgulanıyordu.
Ölçümler sonunda Gediz'in suyu "5. sınıf" olarak nitelendiriliyor, sudaki ağır metaller ve toksit elementlerinin sınır değerlerin çok üstünde olduğu belirleniyordu. 1 litre suda 0.1 mg olarak bulunması gereken arseniğin 0.106 mg, son derece zehirli bir madde olan berilyumun ise sınır değerinin 15 katına çıktığı saptanıyordu. Kobaltta ise durumun daha ürkütücü boyutlarda olduğu, 1 litre suda 0.005 mg olması gereken kobaltın, yapılan ölçümlerde 5.733 mg olarak saptandığı açıklanıyordu. Sınır değerlerinin tam 115 katı kirli suyun hücumuna uğrayan Gediz'in sularıyla beslenen ürünlerin kanserojen etkisine sahip olabileceği uyarısında bulunan uzmanlar, yakın gelecekte Gediz'den kesinlikle arazi sulaması yapılamayacak hale de gelinebileceğine de dikkat çekiyorlar.
Çiftçiler ise çaresiz! Yapacakları başka bir şey bulunmadığından bu suyu kullanmaktan başka seçenekleri yok! Buna zorunlular! Çiftçi arazisini Gediz'den sulasa bir türlü, sulamasa başka türlü bir dert var bekleyen. İnsanoğlunun kendisine karşı saygısızlığına, nankörlüğü ve zulmüne karşı adeta isyan ediyor ve öc alırcasına hastalık ve tehlike saçmaya başladı Gediz Nehri.
Gediz Nehri, şu anda her türlü bulaşıcı hastalığı da barındırabilecek bir bataklığa da dönüşebilicek hale getirildi. Arazilerinde Gediz'in suyunu kullanan çiftçilerin ellerinde siyah lekeler ve yaralar oluşmaya başladı. Yandaki resimde görüldüğü gibi, artık Gediz'de yüzlerce balık ölümleri başladı bile...
Dünyada tek rekabet gücü bulabildiğimiz tekstilin hammaddesi olan ünlü Ege pamuğunda bilinmez hastalıklar oluşmaya başladı. Menemen ovasında artık domates yetişmiyor. Verimli Gediz Ovası'ndaki bereketli topraklar da giderek azalmakta ve kaybedilmek üzere. Gediz Havzası'ndaki üretim alanlarında yüzde 65 oranında bir düşüş olduğu kaydediliyor. Ama keybeden yalnızca bölgemiz değil, ülkemiz ekonomisi olacak kuşkusuz. Çağlardır bol ve bereketli suyuyla beslediği, eşsiz bir verim armağan ettiği toprak da Gediz Nehri ile birlikte can çekişiyor. Eski verimi yok artık toprağın. Bire bin veren o verimi, o sınırsız tavı giderek azalıyor.
Ege Bölgesi'ndeki doğal yaşamın can damarı durumundaki Gediz Nehri'nin mutlaka kurtarılması gerek. Bunun için de günübirlik çözümlerden çok, organize bir çalışma ve önlem gerekiyor. En önemli adımlardan biri de arıtma tesislerinin mutlaka kurulması zorunluluğu olarak öne çıkıyor. Ama trilyonları bulan bu yatırımlara belediyelerin gücünün yetmediğinin ileri sürülerek ya bu konu hep erteleniyor, ya da onun yerine "biz kesinlikle kirletmiyoruz" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışılıyor.
Demek ki ilk önce Gediz Nehri'nin kirletildiğinin kabul edilmesi ve itiraf edilmesiyle başlayacak herşey. Böyle bir sorunun varlığı bir kez kabul edilince, o zaman çözüm yolları için çabalar ve arayışlar da gelir arkasından. Örneğin; söz konusu bu belediyeler tarafından ortaklaşa bir çalışma başlatılarak bir vakıf kurulabilir ve vakıf aracılığıyla da çeşitli sivil toplum örgütlerinin de desteği kazanılarak, uzun vadeli kredi ve devlet yardımı sağlanması konusunda kamuoyu da yaratılabilir. Burada tüm sorun, böyle bir adım atmak isteniyor mu istenmiyor mu? Ya da çevreye karşı ne kadar duyarlısınız ve yaşanılan çevre dramının ne kadar farkındasınız? Yoksa biz bu kafalarla ve vurdumduymazlıkla kendimizin de doğanın bir parçası olduğumuzu bir an bile aklımıza getirmeden doğayı kirletmeye devam ettiğimiz sürece, Ege bölgesi'nin hayat damarını kesip kopartmış olacağız! Gediz Havzası da bir bataklığa dönüşecek!
Gediz Nehri'nin 160 km.lik bölümü Manisa ili sınırları içinde. Dolayısıyla bu konuda en ciddi ve ileri adımın öncelikle Manisa ve ilçelerinden başlatılması zorunlu. Bu konuda bir başka çözüm de Gediz Havzası'nın sit alanı ilan edilmesi olabilir.
1998 yılındaki görüşmemizde çevreci bir söyleşi yaptığım Manisa Valisi Muzaffer Ecemiş, devlet tarafından Gediz'in kurtarılması için yeterli destek ve ödenek sağlanacağı konusunda hiç de umutlu görünmüyordu. Ama bir hayali vardı Ecemiş'in: Gediz Nehri ve çevresinin tamamen sit alanı kapsamına alınması. "Olumlu sonuç alınabileceğini ve Gediz'i ancak böyle kurtarabileceğimizi umuyorum" diyor ve sonra da ekliyordu: "Bu konuda herkesten destek bekliyorum!" Beklediği desteği alabilmiş miydi peki? Maalesef hayır!
Konuya duyarlı bazı CHP milletvekillerinin çabaları ve bazı sivil toplum örgütlerinin katılımı ve öncülüğüyle, medya desteği de sağlanarak "Gediz ölmesin, öldürmesin!" sloganı ve mesajı altında Gediz'in doğduğu yerden başlayıp Ege Denizi'ne döküldüğü Menemen ilçesine kadar süren bir yürüyüş yapıldı. O dönemde gündeme gelen bu çabalar, sadece Gediz Nehri'nde olağanüstü düzeyde kirlenme olduğuna dikkatleri çekmeyi ve kirlenmedeki en büyük faktör olan deri atölyeleri ve fabrikalarına arıtma tesisi kurabilmeleri için süre verilmesini sağlayabilmişti sadece. Sonrasında ise ne yazık ki herşey yine unutuldu. Bugün, bilebildiğim kadarıyla bir tek Salihli'deki GEMA Vakfı ile Menemen'de elle tutulur bazı çabaların olduğunu söyleyebilmek mümkün.
Ama bir gerçeği vurgulamak gerekirse, ülkemizde çevrecilik açısından toplum ve devlet olarak sınıfta kalmış bir haldeyiz. Çevresel sorunlarımıza karşılık, çevreye karşı duyarsız bir toplum olduğumuz görülüyor. Yani, Gediz Nehri'nin dramı Türkiye'de tek değil aslında. 1998 yılında ülkemiz genelindeki akarsular üzerinde yapılan bir araştırma acı bir gerçeği ortaya koyuyor: Akarsularımızdaki kirlenmenin boyutları olağanüstü boyutlara varmış durumda! Araştırmaya göre, Türkiye'de kirlenmeyen, ya da daha doğru deyişle, kirletilmeyen bir tek akarsu yok! Bunun temelindeki nedenler de hep aynı nedenler: cahil ve duyarsız insan faktörü ile çarpık sanayileşme, ülkemizdeki en büyük çevre katliamcısı olarak duruyor karşımızda...
Ama Gediz Havzası'nda yaratılan çevre dramı, yalnızca doğal su kaynaklarının kirletilmesi veya Gediz Nehri ile sınırlı değil. Bu bölge toprağının çok yönlü bereketi, aynı zamanda sanayide de bir hammadde olarak kullanılması özelliği nedeniyle yaşanılan bir başka çevre dramı daha ortaya çıkartıyor: Tarım topraklarının amaç dışı kullanılması! Bu da özensiz ve denetimsiz çalışan kum ocakları ile fabrikaların sanayi hammaddesi olarak verimli tarım topraklarını kullanması sonucu ortaya çıkan bir başka sorun. Yani toprak talanları da var yaşanılan çevre dramında!
Okumak için tıklayınız: Toprak talanları
Gediz Nehri, can çekişiyor!
Ama yalnız başına olmayacak ve olmuyor bu ölüm!
Bugün Gediz Nehri üzerinde ve nehir kenarında yüzlerce (zaman zaman da binlerce) balık ölülerine rastlanılmaya başlandı. Bu balık ölümleri, Gediz Nehri'nin can çekişmeye başladığının en somut kanıtı.
Gediz ölmesin, öldürmesin!
Ya toprağın nabzı?
O daha ne kadar atmaya devam edebilir tek başına, Gediz ölürse eğer?
Çünkü su çürüyünce, toprak da küser!
Yukarıdaki yazım 2000 yılı Aralık ayında bir yazı dizisi halinde yayımlanmıştı.
O günden bu yana neler mi oldu?
Biz "Gediz'i kurtaralım mı, kurtarmayalım mı?" diye hala tartışa duralım, birileri tarafından can çekişir haldeki Gediz için adeta idam fermanı verildi!
Böyle bir havza için böyle bir kararı kim verebilir? Elbetteki İngiliz emperyalizmi.
Görünen o ki, AKP Hükümeti tarafından da bu idam fermanı imzalandı!
Gediz Havzası'ndaki yaşamı tamamen yok edecek, tüm havzayı tam bir çöle çevirecek ve tam bir "madencilik faciası" diye tanımlanabilecek ucube bir proje, şimdi Gediz Havzası'nı inanılamayacak kadar büyük ve ciddi bir çevre felaketi ile tehdit ediyor.
İncelemek için tıklayınız: Nasıl bir çevre felaketi bizleri bekliyor?