Dün akşam boyundan büyük işler yaptı kızım.
Henüz kendince yarattığı hayal dünyasında gezineceği oyunlar icat etmeden önce, bize kendi gerçek dünyamızla ilgili bazı trajik gerçekleri anımsatacak büyük laflar etti. Oynayacağı oyunda kendisine aksesuar yaratabilme umuduyla annesinin çantasını karıştırırken, bir ara cüzdanına el attı.
Cüzdandan çıkardığı 10 dolara garip garip baktı önce.
Sonra,
— Bu ne baba? diye sordu.
— Para kızım, şeklindeki cevabım ona inandırıcı görünmedi.
Bu yüzden aynı soruyu bir kaç defa tekrarladı. Her defasında aynı yanıtı almasına karşın yine de ikna olmadı. Sonra yine cüzdandan çekip çıkardığı 5 milyonluk banknotu gösterdi ve
— İşte bu pala! dedi.
Doları para olarak kabul edemiyordu.
Nedenini sorduğumda,
— Bunda Atatük vay! dedi.
— Evet ama öbürü daha değerli bir para, dedim.
Buna da itiraz etti.
— Hayıııy, bu pala değeyli! dedi.
Bunun da nedeninin sorduğumda, yanıtı yine aynıydı:
— Bunda Atatük vay...
Gerçeğimizi ona anlatabilmek ve kabul ettirebilmek olanaksızdı. Elindeki 5 milyonluktan ancak 2 tanesinin diğer elindeki 10 dolar kadar edebileceğini ona nasıl anlatabilirdim? Israr etmek boşunaydı tabii ki...
— Peki, Atatürk resmi olan bu para neden daha değerli? diye sorduğumda, hiç duraksamadan verdiği yanıt beni şaşırtmıştı:
— O benim hayatım!
Sonra da Atatürk’e bir öpücük gönderdi...
Aziz Nesin, “Şimdiki çocuklar harika” derdi ya, bu doğruymuş. Tüm bunları 3 yaşındaki bir çocuğun söylediğine inanabilmek biraz zor olsa da, gözlerimin önündeki trajik-komik olay beni bazı düşüncelere sürüklemedi değil.
Acı ve çarpıcı gerçeğimizi bazen 3 yaşında bir çocuk bile yüzümüze vurabiliyordu işte. Kızımın söylediği sözler ve takındığı tavrın anlamlarını derinlemesine yorumlayıp düşündüğümde, trajik durumumuz daha da bir komedi gibi göründü.
Aynı akşam, TV’deki haberlerde de doların önlenemeyen yükselişinin öyküsü anlatılıyordu. Ve de Türk Lirası’nın nasıl paçavraya döndüğünün. Sonra da, ekonominin başına “kurtarıcı” diye getirilen Kemal Derviş’in, piyasaları rahatlatmak için sarf ettiği dervişçe bir söz yer aldı:
— Bakan olmasaydım Türk Lirası’na yatırım yapardım...
Sadece bu kadar (!)
Bu sözü Derviş söyledi ya, hemen piyasalarda yankısını bulması beklenmeye başlandı. Adam ne de olsa 550 tane milletvekilinin batırdığı memleketi tek başına kurtaracak bir kişi olarak tanıtılmıştı kamuoyuna. Hem de onlara rağmen ve onlara karşı!
Gerçi söylediği sözü “Bakan olduğum için dolara değer vermek zorundayım” şeklinde anlaşılmış da olmuş olmalı ki, dövize yöneliş devam edince, dolar yükselişini yine sürdürdü...
Beni de aldı bir düşünce.
Kara kara düşünmeye başladım:
— Eyvah! Benim kızım yoksa bir dahi mi? Yoksa memleketi yönetenler mi komik?
“Derviş’in Zikri” başlıklı yukarıdaki bu makalem, 6 Nisan 2001 tarihini taşıyor.
Bu yazıyı yeniden konu etme nedenime gelince...
Şu sıralarda bir “Türk Lirası’na saygınlık kazandırma kampanyası” var ya hani?
Ağustos ayında başlatılan bu kampanyaya destek şimdi çığ gibi büyüyor.
Camilerde bile hutbesi okutuluyor hatta (!)
Ben ve kızım da bu konuda üstümüze düşeni yapalım dedik...
Ayrıca, ATO Başkanı Sinan Aygün de, TL’ye saygınlık kazandırma konusunu ilk kendisinin ele aldığını iddia edip "boşuna heveslenmesin" de demek istedim.
Görüldüğü gibi, o şeref ilk olarak kızıma ait (!)
Ama bir de şu var ki; hala kara kara düşünmekteyim:
Benim kızım mı bir dahi?
Yoksa bu memleketi yönetenler mi çok komik?
İşte bu sorunun yanıtını o günden beri hala verebilmiş değilim...
Peki sizin verebilecek bir yanıtınız var mı acaba?