Bezgin bakkal

Bezgin Bakkal

Günün ilk ışıklarını yakaladım bugün. 
Yorgun bir gecenin ardından, gün tüm parlaklığıyla esneyerek yavaş yavaş kendine geliyordu. Aydınlık bir kez daha kovalamıştı karanlığı...
Ama şehirde yoğun bir sis tabakası...
Havada garip bir ağırlık...

Günün ilk aydınlanmasıyla birlikte, yaşamın da tüm sevinçleriyle üstümüze çöküvermesini bekler gibiyiz biraz. Bu yüzden, günü çocuksu bir gülümsemeyle karşılar kimimiz. 
Kimimiz de biraz nostaljinin etkisiyle hüzünlü başlar güne...
Dışarı çıkıyorum...

Köşedeki bakkal zorla kaldırıyor kepenkleri.
Yeni başlayan güne başkaldırır gibi bir parıltı gözlerinde.
Yanındaki esnaf, nicedir kapalı.
Aylar var ki uğramıyordu hiç dükkânına. 
“Veresiye Satanın Hali, Peşin Satanın Hali” tablosu hiç eksik olmazdı oysa dükkânından.
Havada garip bir hüzün kokusu...

Gazeteler yeni gelmiş. Seçiyorum gazetelerimi.
Fırından yeni çıkmıs taze ekmek kokusundalar sanki. Öyle duyumsuyurum.
Ama manşetler pek o kadar taze değil. Hep bildik, tanıdık, alıştığımız şeyler.
İşte yeni bir operasyon daha. Bir yolsuzluk olayı daha açığa çıkmıs.
Bu kez düğmeye kim bastı acaba?
Onun yanında bir başka yolsuzlukla ilgili gelişmeleri aktaran bir yazı... 

Kanıksadık artık iyice.
 Her gün yeni bir yolsuzluk olayının daha ortaya çıkması insanları pek heyecanlandırmıyor artık. Yolsuzluk ve vurgun ülkede yaşam biçimi olmuş ne de olsa! Sistem böyle! Düzen böyle oluşmuş! Hele bir de özelleştirme devlet politikası haline getirilince, kamu malları ve devlet kuruluşları da peşkeş çekilir oldu artık. Siyaset; bir yandan da ülke türlü tartışmalarla oyalanırken, artık sadece bu amaca hizmet eder oldu...
Havada garip bir kirlilik kokusu...

Bakkalın bezgin halinin bir nedeni vardı: 
Kendi gerçekliğimizle karşı karşıya kalmıştık. Ülkede olup bitenlere boş vere vere yıllardır hep aynı şeyleri yaşadığımızın bir kez daha farkına varmıştık. 

Yaşlı bakkal, gençliğinin de gazete başlıklarını hatırladığını söylüyordu.
İçeriklerinde bir değişiklik yoktu. Bugün dilde biraz daha Türkçeleşme vardı yalnızca. O kadar. Ona göre, aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçmişti ve en azından 40 yıldır gazeteler hala aynı başlıkları atıyordu. Değişen bir şey yoktu. Zaten, sadece seçilmişlerin ya da atanmışların seçilebildiği bu garip seçim sistemiyle neyi değiştirebilmek mümkündü ki? Yıllardır devleti halkın sırtına bindirenler, devleti de, halkı da soymuyorlar mıydı?

Anlaşıldı. Bir hayli dertliydi bizim Bezgin Bakkal!
Ama güne böyle başlamak hiç de istemezdim doğrusu.
Sigaramı da alıp, iyi günler dileyerek sıvıştım.
“Aynalara kızılmaz ki” demeye dilim varmamıştı bir türlü...

İşyerime vardığımda, hemen bir şiir kitabına uzandım. 
Teselli bulacağımı umdum.
Ama Tevfik Fikret’in dizeleri bir şamar gibi çarptı suratıma gerçeği. 
Bezgin Bakkal haklıydı...
Ama 40 değil, meğer yüzlerce yıldır kronikmiş bizim hastalığımız:
“Yiyin efendiler yiyin, bu yağma sofrası sizin;
Doyuncaya, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizden bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı kimbilir?...”

Bakkalın söylediklerini hatırladım.
Acep teselli mi bulmalıydım şimdi bu dizelerle?
Bir tek elimdeki mizah dergisinin “The memleketimizin önüne yeni bir sayfa ya açacağız ya açacağızdır” garip alt başlığı gülümsetti beni.

Havada, ağır bir yalan kokusu...