Pencereden bakıldığında hava serine kesiyor gibi. Yağmur yüklü utangaç bir sevdalı bulut kümesi asılıp duruyor gökyüzünde, yağsa mı iyi, yağmasa mı kadar verememiş.
Bugün 28 Şubat. Bu yıl şubat ayı yine eksik mesai yapıyor yani. Ve zamansa ekili darı tarlası, çekirgeler hücumda. Su küskün, su hüzün içinde. Yağmur yok ama, bir zamanlar buralardan geçtiğiniz izlerini bırakmış sokakta, hafif yosun tutmuş bir kaç köşebaşında. Şimdilerde ise doğa mevsim dönümüne hazırlanıyor...
Yağmurlar hep olacak. Pencereler de. Mevsim dönümlerinde sokaklar ateşkesi yaşarken doğayla, hep garip bir telaşın yüzü vurur gibidir pencerelerde, yağmur dalgaları birikir hafızalarımıza akan su gibi. Bahar yaklaştıkça yenki sevgileri ve çiçekleri birlikte uyandıracak o damlalar...
Gün geceye uzanıyor ve mevsim dönüyor. Yeni bir aya başlıyoruz yarın. Yorgun gözler pencerelere vuruyor ve bekliyor, açılmak için dışarıdaki hayata.
Başkalaştığını duyumsayor insan, perdeleri sımsıkı kapalı sessiz ve serin evlerin pencerelerine inat. Yağmur taneciklerini görünce, pencerenin önünde yerimi alırım hemen. Yerim hep aynı. Çiçekler en çok bu utangaç yağmurun önünde daha güzel görünür. Ve nedendir bilmem, toprağın suya olan özleminin nağmelerini duyarım sanki cama vuran her damlada...
Yaşam ise başka pencerelerde de arama dürtüsü saplanır içimize, kendimizi çivilediğimiz pencere önünde durmaktan kimi zaman sakınarak. Ve şimdi yeni umutlara açılma zamanıdır pencerelerin. Çoğalan yaşanmışlıklarla beslenen yaşanılacak bilinmezliğin sisinde hep aynı yerde oturup, yanıt aramak sorulara.
Yarın bir başka gün, bir başka ay. Ve bir başka bekleyiş kapılarda, bir başka arayış pencerelerde. Kiminin pencereleri yorgunluğa açılır, kimilerinin de yeni umutlara. Ve biz hepimiz, kendi pencerelerimizden seyretmekteyiz dünyayı. O pencere de gönül penceresi...