Artık günler kısalmaya başlayacakmış bundan böyle.
Gece derseniz, giderek hep bir adım daha yakınlaşacakmış.
Belki de hiç anlayamayacağız ne zaman akşam olduğunu önümüzdeki aylara doğru.
Ama sorulacak sorular da hep olacaktır mutlaka.
Hem de kaç kere, insan olmak adına, bir tutam ışık adına.
Belki de sorup duruyoruz kendimize kim bilir?
Ne zaman sevdi karanlığı bu şehir?
Bu şehir ne zaman unuttu aydınlığı?
Oysa bir zamanlar bir bardak çayla bir sabahçı kahvesinde günü karşılamak bile mertlik sayılırdı yaz aylarında. Ve şimdi, herşey yalana ve ayaza dönüyor yaz aylarına göre. Işığı kuşatan karanlık, derin bir sessizlik de yontuyor etrafımızda! Ve sokaklarda, sessizliğin yontucusu karanlık hüküm sürerken, köşe başları da gölgelere emanet!
Soylu kadınlar gibi toplayıp eteklerini, evlerin, mutlu aile yuvalarının odalarına çekilmiştir aydınlık! Ve süzülür sımsıkı kapalı çekilmiş perdelerden dışarıya, umudun tükenmeyen sembolü gibi sapsarı bir ışık!
Ve sokaklarda, köpeklere inat, hiç yanmayan bir sokak lambasının ayışığı ile uzayan gölgesi altında yitirilmiş sevdaların yemyeşil gözlü bir tanığıdır yapayalnız bir sokak kedisi...
Bense, gecenin köründe, iyice körelen kalemimin ucunu açmaktayım, çok önceden yazdığım eski bir şiirimin mısralarımı kendi kendime mırıldanarak:
Kaba ve çirkin derisine karanlığın
Sürte sürte
Sivrilttim kalemimi
Çünkü ben
Yalnızca ışık için
Yazıyorum şiirimi
Sen sevin ayrışığı…