Bireyin izdüşümünden, toplumun dışa vurumuna kadar yeterince sevebiliyor muyuz hayatı, elele tutuşup koşan çocuklar gibi? Onlar kadar pek sevemiyoruz galiba! Biz yetişkinler hayatın kabusları olduğunu da biliyoruz çünkü, yaşadıklarımızdan edindiğimiz deneyimlerimiz sayesinde!
Bir cami avlusunda bir ürperişle ansızın herşey bitiverir bir gün!
Ya da bir rüzgar çıkar, sert bir rüzgar.
Alıp, unutuluşlara varan bir yolculuğa doğru savurur bizi, gazellenmiş yapraklar gibi...
Ama sorulacak sorular olmalı mutlaka.
Yaşama dair.
Ve yitirilmiş sevgiler adına, insan olmak adına!
Hem de kaç kere.
Ne yaparsak yapalım, yalnızlığın çoğalmasıdır bu...
Korku ve ürpertiyle yaşamak; suyun üstündeki bir tahta parçası gibi sürükler insanı dalgaların insafında. Sevgi ve umut ile, böylesi bir heyecanla yaşamaksa; avuç içlerinde çiçek yetiştirmek gibi bir şey...
Ve giderek çoğalıyoruz, artan sorunlarımızla birlikte.
Bu yüzden de hep yorgunuz.
Yaşamak adına!
Ve hep özlemlerimizle birlikte var oluyoruz yaşamda.
Daha iyiye, daha güzele dair, gidenin ardından, geleceğe dair özlemler!
Özlem ise; bir nefes ötede gibidir hep.
Ve de yalnızlık kadar gerçek!
Yalnızlık duygusu ise hep sığınmacı yapar insanı.
Gece gibi aniden çöküverir insanın yüreğine.
Ve paylaşılmadıkça da kolay kolay gitmez...
Belki bir şiir, bir şiir kırıntısıdır çaresi.
Bu yüzden, gecelerde hep şiirlerdir nöbetçi!
ışığın eşliğinde
eriyen karanlık!
her şafakta,
aydınlığa
kıpkızıl bir tanık olur sessizce
bir başka gökyüzü!
ve ışığın
yollardaki volta saatlerinde
gün ağarır
sevgilimin yeşil gözlerinde
güneştir söyleyen türkümüzü!