0BLOG0

Eylül... 



Önce saksılardaki menekşeler boyunlarını büktüler. Sularını bile daha iştahsız içiyorlar şimdi. Öyle ya, bu gelen hüzün mevsimi. Yaz gidiyor. Ve bu gidişin başka adı yok! Yalnızca hüzün!

Kumrular, çatılardaki aşk-ı muhabbetlerini çoktan bırakmış. Yakınlardaki çocuk parkının cıvıltıları da azaldı.

Oradaki gürültü asla rahatsız edici değildi de zaten. Ama şimdiki sessizlik, sanki daha rahatsız edici bir gürültü. Artık çocuklar büyüdü, okullu oldu, sınıfları doldurdu.

Eylüllere boşver demek vardı ama, gelgelelim yaşama hüzünle de sarılabilmenin mutluluğudur eylül. Özlemlere, yeni umutlara açılan gönül kapılarının bir başka bekleyişi vardır her eylül ile birlikte...

Her eylül daha da sarartır sanki eskimiş fotoğrafları, tıpkı yapraklar gibi. Yaz dostlarımızın bizin terkedişinin ardından gelen bir hüzün gibi, ağaçlarda yeşili ağlatan yaman bir yaprak dökümü yaşanması gibi doğada. Neyse ki geçenlerde gördüm, nar ağaçları inadına çiçeğe durmaya başlamış. Bir teselli diye belki de...

Bir yaz daha geçip gidiyor işte hayatımızın içinden. Doludizgin ve de dörtnala! Ve şimdi bu hüznün adı var: Eylül!

Gençlik günlerimin unutulmaz romantik şarkısı Alpay'ın "Eylül'de gel" isimli şarkısını anımsarım. Hep liseli yıllarım gelip aklıma. Alpay'ın "Eylül'de gel" dediği ve beklediği kimse gelmiş miydi bilemiyorum ama o günden bu yana bu yaşadığımız kaçıncı eylül, kaçıncı hüzün? Bunun için mi "Eylül'de gel demiştim!" diye o liseli kıza sitem etmişti sonradan?

Öyle bir hüzün ki, dayanılmaz
yaman bir yaprak dökümü doğada
gazellenir yeşil dallar üstünde
gönül bahçem gazellenir
kaldır gövdeni ey bulut
güneşin önünden kaldır
o zaman anlarım ki
sevdalardır
solmayan tek şey,
ve solan
zamanın yaprağıdır...