Hepimiz hem aile içinde, hem de devlet tarafından konulan yasaklarla büyüdük. Ama unutmayalım ki, bizler aynı zamanda ekmekle birlikte kitabı öperek büyüdük. Madem ki "en iyi dost kitaptır" diyoruz, öyleyse bu dostla bu kadar uzaklık, bu dargınlık niye? Dostumuzla küs değil, barışık yaşayalım. Yani.. Şu aydınlanma (!) çağında...
Bu konuda en büyük görev ve sorumluluk,elbette ki özellikle devlete düşüyor. Her siyasi iktidarın tavrı; "kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçedir" anlayışını bireylerin kafasında yeşertecek şekilde olmalı. Devleti yönetenler, toplumu kitaba barışık kılabilmek için, herşeyden önce bu ülkede kitaba, yazara ve okura acı çektirildiğini itiraf edebilmeli. Veya en azından, kendi iktidarlarını besleyip yürütebilmelerinin kitap düşmanlığına dayanmaması gerektiğini söyleyebilmelidir.
Toplumu kitaba barışık kılmak, herşeyden önce devletin görevi olmalıdır. Geleceğimizin aydınlık olması, bütün bunlara bağlı...
Karanlık cehaletle birlikte iktidar olur!
Bu yazı, vermeye çalıştığım ipuçlarıyla, okuyanlar tarafından "bugünkü karanlığa mahkum olmamıza neden olan, Türkiye'nin bir başka ama asıl ve gerçek manzarasının bir betimlemesi" olarak algılanır umudundayım.
Bir düşünür, "Yakılan her kitap, dünyayı aydınlatır" demiş. Bu sözün özü, "Dünyayı aydınlatacak araçları yok etmeyin" anlamını taşımaktadır. Biz ise bu sözü "Bol bol kitap yakın ki aydınlanın" şeklinde algılamışız. Bu yüzden Türkiye, Guiness Rekorlar Kitabı'na girecek kadar en fazla kitap yakılan ülkedir.
Bir Alman şair ve düşünür de olan Heinrich Heine ise, "Kitapların yakıldığı yerde, bir gün gelir insanlar da yakılır" der. Türkiye, bu ayıbı da yaşadı. İktidarların kitap yakarak sergilediği kitap ve aydınlık düşmanlığı, ülkemizde bu kez de o kitapları yazanların da yakılmasına kadar uzadı. 2 Temmuz 1993'de yaşadığımız Sivas Katliamı bunun en somut kanıtıdır. Ne acı ve ibret vericidir ki, Batı dünyasının ancak ortaçağda yaşadığı bu tip bir olayı, bizler 21. yüzyıla girerken yaşadık!
Son olarak bir başka düşünürün sözünü de hatırlatarak yazıyı bitirmeye hazırlanalım. Aynı zamanda çeşitli doğa bilimleri alanlarında araştırmalar yapmış ve yayınlar çıkarmış bir doğa bilimci de olan ünlü düşünür, edebiyatçı ve devlet adamı Goethe, “Hiçbir şey hareket haline geçen cehalet kadar korkunç değildir” sözünü söyleyeli 300 yıldan fazla zaman geçti. Böyle bir tanımlama yapmasının nedeni; dehanın sınırları vardır ama cehaletin sınırı yok, çünkü ne zaman ve nerede durması gerektiğini bilemez!
Sonuçta, mevcut iktidarla birlikte “cahiliye devri”ni 21. yüzyılda yaşayan ülkemizin, bilimin tamamen dışlandığı, hukuksuzluğun meşrulaştırılmaya başlandığı manzarasında bu sınırsızlığın yansımalarını görebiliyoruz:
Özetlersek...
Bizler aydınlanmayı hâlâ kitapla birlikte gelen bilgide, bilgiyle kucaklaşmada, bilgiye ulaşma ve bilgiye yönelmede değil, "yakılan kitaplardan yükselen alevlerin ışıltısında" arıyoruz! Bizler, aydınlığı bilimin ışığında, ya da çağa ışık tutan düşüncede değil, "parti amblemlerindeki ampul"de arıyoruz!
Bizler, işte böylece karanlığa mahkum oluyoruz!
Karanlık, cehaletle birlikte iktidar olur!...
İşte bu ortamda kitaba yönelmek, okumak, okutmak ve kitapla birlikte gelen aydınlığa sarılmak son derece gerekli bir değer olarak kendini gösteriyor. Her eve internet giremeyebilir ama, kitap rahatlıkla girebilir...