“Gökyüzü ağlamazsa, yeryüzü gülmez.”
Böyle der büyüklerimiz.
Bu gözyaşlarını biriktiren dağlar, doğa anamızın kalbi gibidir. Kalbimiz nasıl kan pompalıyorsa vücudumuza, dağlar da akarsuları pompalar vadilere, ormanlara…
Gökyüzünden gelen hayat, tüm canlılara akarsularla taşınır. Su, ulaştığı her noktaya can verip tekrar gökyüzüne döner.
Doğa, kusursuz bir beden gibi çalışır.
Bu bedeni var eden, suyun ta kendisidir.
Anadolu...
Bu kusursuz döngünün bir nakış gibi işlediği benzersiz topraklar.
İki kıtanın, sayısız canlının, binlerce kültürün geçiş noktası.
Kuzeyinde, topraklarını doğudan batıya kateden Karadeniz dağları.
Güneyinde, Afrika’dan gelen sıcak, bunaltıcı havaya siper olan Toroslar.
Ve ortasında uzanan geniş, yüksek Anadolu düzlüğü…
Doğudan batıya uzanan sıradağlar, Anadolu’da 3 farklı iklim kuşağını oluşturur. Ve binlerce canlıya ev sahipliği yapar. Tüm Avrupa’da 12 bin bitki türü yaşarken, bu sayı sadece Anadolu’da 10 bindir.
Ne var ki; bu zenginliğe can veren su kaynaklarımız her geçen gün tükeniyor.
Yanlış su politikaları nedeniyle Anadolu artık su fakirliği sınırında.
Tüm doğal zenginliği bu çok hassas su dengesine bağlıyken, denge bozulmak üzere.
Ve biz hâlâ suyu nasıl kullanacağımızı öğrenmeye çalışıyoruz…
Su yaşamdır, doğadaki yaşamın bir döngüsüdür.
Su, hayat demek.
Su olmazsa yaşam da olmaz!
Suyun yaşam için taşıdığı anlam; atasözlerine, efsanelere, masallara, şarkılara, türkülere bile konu oldu. Ama böyle giderse, bundan sonra şarkı ve türkü yerine su için ağıt yakılabilir sadece. Bundan sonra kimseye “su gibi uzun ömrün olsun” diyemiyecek olmak da ne kadar acı olur!