Şiiri zirvede, mezarı sürgünde

Şiiri zirvede, mezarı sürgünde


Bir çok değerin alt üst olduğu bir ülke Türkiye. 
Kurt ile kuzunun karıştığı, bahçelerin solduğu, düşlerin kovulup umutların yasaklandığı, anaların saç baş yolduğu, ağıt dolu türküler yakılıp türkücülerin yakıldığı, gece ile gündüzün karıştığı, geçmiş ile geleceğin tarih olup yarıştığı günler yaşanır hep.

Yanılsama
 ile gerçeklik de tüm bunlar yanında çok ince çizgilerle birbirine karışıyor. Türkiye'de gerçekten de çok ilginç şeyler oluyor, oldukça ilginç tartışmalar da yaşanıyor bu günlerde. Gün geçmiyor ki kamuoyunu meşgul edecek bir yeni konu icad edilmesin. Bizim şu vatanseverliği kimseye bırakmayan vekillerimizin sığ düşünceli beyinleri sayesinde.

Bu tartışmalardan Nazım Hikmet de nasibini alıyor bugünlerde. Şiirlerinde en çok dikkat ettiği konu "insan" ve "yurt sevgisi" olan, Kurtuluş Savaşı'nı destanlaştıran, ama hala kimi zihniyetlerce "vatan haini" olarak görülen, dünyanın ise "büyük şair" diye tanıdığı 
Nazım Hikmet.

Bir aralar neredeyse herkes "Nazımsever" kesilmişti. Şiirleri ona hala vatan haini diyenlerin bile dillerinden düşmüyordu. Ama herkes kendine göre, işine geldiği kadar seviyor Nazım'ı. Kimileri sadece sanatçı-şair yönünü seviyor, kimileri vatansever yönünü, kimileri insana yaklaşımını, kimileri devrimci tavrını. "Ben sevmiyorum" diyen neredeyse yoktu şu sıralar.

Şimdilerdeyse, Nazım'la ilgili yeni bir tartışma gündemde. Bir kısım insan, "Nazım Hikmet'in yurttaşlığının iadesi" için imza kampanyası başlattı. Ve 18 Ocak günü toplanan imzaların 500 bin kadarlık kısmı başbakanlığa teslim edildi. Bu arada Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın ağzından "Nazım Hikmet'e vatandaşlığının iade edileceği"nin açıklanması, bunun yanı sıra UNESCO'ya da "2002 yılının Nazım Hikmet Yılı olarak kutlanması" için önerilmesi tartışmaların odağı oldu.

Dün, Nazım Hikmet'in şiirlerinde "vatanseverlik olgusunun yer aldığı"nı söyleyip, şiirlerinden alıntılar yapanlar, ama yine de onun şair yönü ile siyasi yanını birbirinden ayırmak gerektiğini söyleyen ve üstündeki "vatan haini" damgasının kaldırılmasını istemeyenler, işUNESCO'ya kadar dayanınca hemen bayrak açtılar "olmaz, olamaz!" gibilerinden. Sevgileri bile ne kadar sahteymiş meğer! Çok tuhaf! Sanatçı kişiliği beğeniliyor, şiirleri seviliyor, ama "vatan hainidir" saplantısından kurtulunamıyor. 

21. yüzyıla yine "benim gibi düşünmüyor, öyleyse benim düşmanımdır" gibi bir felsefe ve paranoya ile giriliyor. Hiç kimse birbirinin düşüncesini tümüyle kabul etmek, beğenmek zorunda değil elbet. Ama farklı düşüncelere, insan yaşamındaki bir zenginlik olarak bakmak ve böyle görmek gerek.

Nazım'ın sanatçı yönünü irdeleyenler, ondaki "insan sevgisi"ni, şiirini okuyanlar "vatan sevgisi"ni nasıl göremez ki? Oysa, sanatçının eseri, onun düşüncesinin ve hayat felsefesinin ürünüdür. Sanatçının eseri, onun insan yönü ve düşüncesi ile birbütündür. 

Galiba insanları kendi ideolojik şartlanmaları ve önyargılarıyla değerlendirme, okuduklarını da bu tür şartlanma ve önyargılar dolayısıyla algılayamama, anlayamama zaafiyeti var bu çevrelerin.

Bazen merhum Özal'ı yad etmeden olmuyor galiba. Hiç olmazsa, "Ben sadece Red Kit okurum" diyebilecek kadar dürüsttü.  Ve bu yüzden de cumhurbaşkanlığı makamına çıkacak kadar da Amerika'nın "yürü ya kulum" dediği şanslı bir kuluydu.

İşte Nazım'ın "Davet" şirinden kısa bir bölüm.
Bugünkü duruma ne kadar da uyuyor.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!

Yaşamak; bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!