Haziran ayında şiirimiz hem sevinci, hem de hüznü bir arada yaşamış. Haziran ayı, bize şiirimizin büyük ustalarından Attila İlhan’ı armağan etti. Etti ama… Şiir, her haziranda ince ince yaşlarla ağlar bizde!
Ve 2 Haziran’ları Ahmet Arif’e, 3 Haziran’ları da Nazım Hikmet’e saklamak, bu günlerde şiirimizin bu büyük ustalarını anmak bir görev oldu.
Aç susuz sevdalı Ahmet Arif, “yokluğun cehennemin öbür adıdır/üşüyorum, kapama gözlerini” diyerek, hasretinden hep prangalar eskitmişti. Hep hem biraz uzak, hem dürüst ve mert, dağda biten yabani otlar gibi arı ve temiz olan Ahmet Arif şiiri, okudukça daha da güzelleşen bir gize sahip. Şiirin ince derinliği bir okuyuşta içine sızmamıza öyle kolay izin vermiyor çünkü…
Doğdun/Üç gün aç tuttuk/Üç gün meme vermedik sana/Adiloş Bebem/Hasta düşmeyesin diye/Töremiz böyle diye/Saldır şimdi memeye/Saldır da büyü/Bunlar, engerekler ve çıyanlardır/Bunlar aşımıza, ekmeğimize/Göz koyanlardır/Tanı bunları/Tanı da büyü…/Bu, namustur/Künyemize kazılmış/Bu da sabır/Ağulardan süzülmüş/Sarıl bunlara/Sarıl da büyü… Ve 3 Haziran 1963! “Hoş geldin bebek/Yaşama sırası sende” dizelerini Türk ve dünya şiirine armağan eden, yazdıkları dizelerde her zaman şiirden çok daha fazla şeyler dillendiren büyük dünya şairi Nazım Hikmet yaşama veda eder! Nazım Hikmet ve ölmek (!) Ama onun dediği gibi, “Haziran’da ölmek zor!” Ve dolayısıyla o da ölümsüz sanatçılar arasına katıldı, peşi sıra büyük ve gür ozan sesini, okuyan insanı tir tir titreten şiirlerini ve ozanca bir başkaldırının onurunu da armağan diye bırakıp…
Türk ve dünya şiirinin daha önce yazılması hayal bile edilemeyen dizelerinin mimarı, dünya şairi Nazım Hikmet! Halk tarafından hâlâ sevilen, “popülizm” diye burun kıvıranlara inat evrenselliği yakalayan Nazım Hikmet’in şiiri, Türkiye ve tüm dünyadaki milyonlarca şiirsever tarafından daha da yıllarca sevilecek, okunacak ve konuşulacak. Aşkı ve idealleri birbiriyle besleyen, gürül gürül yaşayan ve ne adına yaşadığını bilen Nazım Hikmet için yıllarca yazılır da, daha yıllarca yazılacak ve konuşulacak yığınla konu kalır geride.
Vatandaşlık hakkı hâlâ geri verilmeyen Türk ve dünya şiirinin bu büyük ustasını mahkûm eden, karalayan o devrin yargıçlarının adını bile bilen yoktur bugün. Ama Nazım Hikmet adını bugün neredeyse duymayan yok! Hatta o karalayıcılar bugün yaşamıyorlar bile. Ama bugün anılan ve asıl yaşayan, onların karalayıp da mahkûm ettikleri bir büyük ozandır! Adı, Nazım Hikmet. Hiç kimse o karalayıcıları anmıyor, bir tekinin bile adını bilen, hatırlayan yok. Ama tüm dünya, bugün hâlâ Nazım Hikmet’i bir “büyük şair” olarak tanıyor, anıyor ve kabul ediyor. Hem de bize rağmen…
Hangi belge bir insanı bu kadar Türk yapabilir? Bugün, Nazım Hikmet’i bize Batı dünyası kabul ettirmeye çalışıyor. Ama bizim devlet adamlarımız ise bugüne dek hep “aman kimse duymasın” tavrı içinde oldular. Ve Batı, bizi büyük şairler yetiştiren bir ulus olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren, sürgünlerde yok etmeye çalışan bir ulus olarak anıyor, tanıyor ve tanıtıyor.
Türk şiirinin bundan daha büyük bir hüznü olabilir mi?
01 Haziran 2001 |