Ekolojik yaşamın çığlığı: Elbette HAYIR!



Doğadaki ekolojik yaşamın çığlığı:


Doğa dehşet içinde, elleriyle kapatmış gibi yüzünü! 

Ülkemizdeki çevresel sorunlara ve bu sorunları yaratan, neden olan etkenlere ilişkin söylenecek çok şey var kuşkusuz. Ancak yaşadığımız çevrenin hiçbir zaman son 10-15 yıllık dönemdeki kadar vahim tehditlerle karşılaşmadığını söyleyebiliriz. Bu durumun nedeni de AKP Hükümetinin izlediği politika, çıkardığı yasalar ve kararnamelerle ilişkilendiriliyor. Bir tarım cenneti olan ülkemizdeki verimli tarım toprakları, meralar ve sulak alanlar çarpık sanayileşme ve yerleşimin baskısı altında adeta yok olma tehdidi yaşarken, son 10-15 yıllık dönem içinde bu durumun çok daha vahim boyutlarda artarak, ekolojik yaşamı etkileyecek düzeyde insanların ortak yaşam alanlarına kadar dayandığı görülüyor.

Örneğin HES, JES ve benzer projeler bu hükümet döneminde gündeme getirilen projeler. Sadece bu projeler akarsularımızı ve yer altı sularını yok edecek bir tehdit olarak görülürken, öte yandan bu uygulamaların dayandırıldığı 2010 yılında AKP Hükümetince çıkartılan yeni madencilik yasası da bilim ve hukuk çevrelerinde dünyanın en kötü örneklerinden biri olarak tanımlanıyor. Söz konusu olan yeraltı zenginliklerimizin yağmalanması da değil sadece. Çünkü bu yasayla birlikte sadece tarım alanları, meralar, ormanlık alanlar değil, sulak alanlar, hem tarihi hem de ekolojik sit alanları, hatta denizlerin bile maden ve benzer şirketlerin faaliyet kapsamına sokulduğu görülüyor. İnsanların ortak yaşam alanları bile buna dahil. Dolayısıyla yaşadığımız çevredeki ekolojik yaşam ve ekolojik dengenin geleceği konusunda çok vahim ve ciddi endişeler var.

Asli görevi çevre ve insan yaşamını sağlıklı şekilde korumak, kollamak ve güvende tutmak olması gerekirken, Çevre Bakanlığı’nın “ÇED davaları yatırım düşmanıdır” ve “Çevreyi put haline getirmişler, sermayenin önünü açacağım” gibi söylemler ve tutumlar içinde olması, çevre ve insan sağlığı konusundaki endişeleri daha da büyütüp, daha da vahim hale getiriyor. Kaldı ki ÇED raporlarının ülkemizde nasıl amacından saptırıldığı, hem ahlaka hem bilime hem de hukuka aykırı düzenlemeler içerdiğini kanıtlayan inanılmayacak kadar çok dava vardır.

Bütün bunlardan başka, ayrıca KHK olarak çıkartılan 80. madde ise bilim ve hukuk çevrelerini, tüm çevreci kuruluşları dehşete düşürdü. Çünkü bu maddenin “doğanın sermaye guruplarının çıkarı için özelleştirilmesi” gibi bir anlam taşıdığı belirtiliyor. Ayrıca bu madde ile ÇED raporu zorunluluğu ortadan kaldırıldığı gibi, her türlü yargı yolu da kapatılıyor!

ELBETTE Kİ HAYIR!

“Doğa” tüm canlıların ortak yaşam kaynağı, “çevre” de tüm canlıların ortak yaşam alanıdır. Dolayısıyla 80. madde gibi bir maddeyle çevrenin sadece parsel parsel satılacak mal olarak görülmesi, doğanın bir meta haline dönüştürülmesi gibi bir anlayışı insanların aklı almıyor. Biz doğanın sahibi değiliz ki, sadece onun bir parçasıyız. İnsanoğlu kendisini doğanın sahibi veya hakimi imiş gibi görmeye başlarsa, doğanın intikamı korkunç olur! Doğanın ve yaşadığımız çevrenin sermaye gruplarının çıkarı için özelleştirilmek istenmesine elbette ki HAYIR denilecektir ve denilmelidir.

AKP Hükümeti tarafından çıkartılan bu anayasaya referandumunda HAYIR denilmesi için pek çok sebep var kuşkusuz. Ama ekolojik denge ve yaşamı vahim derecede tehdit eden bir düzeye yükselen çevresel sorunlara, bu çevresel tehditleri insanların ortak yaşam alanlarına kadar getirip dayandıran çevre politikasına bakmak bile referandumda HAYIR denmesi için tek başına yeterli bir sebep. 80. madde gibi bir madde doğadaki ekolojik yaşamın tepesinde Demoklesin Kılıcı gibi sallanıp dururken, insanlar elbette ki vahim çevresel sorunlara neden olacak ekolojik yaşamın rant kapısı haline getirilip, doğanın talan edilmesine hayır diyecektir, doların yeşili için doğanın yeşilinin yok edilmesine hayır diyecektir ve demelidir. Çünkü doğa sanki dehşet içinde elleriyle kapatmış gibi yüzünü! 


Yorumlar - Yorum Yaz