'Bağışlamak' ve 'unutmak' üzerine | |||
| |||
Hak etmediğimiz derin acılar geçmişin derinliklerinden bugüne kadar sürüp giderler. Bir arkadaşımız bize ihanet eder, anne ya da babamız bizi istismar eder, eşimiz bizi terk eder; bu tür yaralar, yeni bir günün doğmasıyla birlikte kendiliğinden iyileşmezler. Bazı insanlar şanslıdır. Bu insanlar unutabilmek gibi çok özel bir meyveden nasiplerini almışlardır. Hiç kin tutmazlar, geçmişe ait anıları hiç hatırlamazlar. Acı dolu geçmişleri yeni doğan günle birlikte kendiliğinden yok olur. Ama çoğumuz geçmişteki acıları bugüne taşır ve onları unutmayı bir türlü beceremeyiz. Ancak bu konuda yapılacak bir şey yok mudur? Amerikalı psikiatrist Semedes, "Bağışlayın ve Unutun" adlı kitabında böyle sesleniyor insanlara. Semedes'in de belirttiği gibi, hemen hepimizin de geçmişe dair unutamadığı acıları vardır mutlaka. Bizi yıpratan, canımızı çok yakan, dokundukça hala sızlayan bir yara gibi... Yaşama bakışımızı da bazen sertleştiren, öfkeli davranışlar sergilenmesine de neden olan türden, geçmişe dair yaşanmış acılar. Bilinçaltında yıllar öncesinde yerleşmiş, içimizde bir öfke ya da kin birikmesine neden olmuş ve bu nedenle de bir türlü söküp atamadığımız türden acılar... Peki ya unutmak? "Bağışlayabilme" başlıbaşına bir hoşgörü işi. Ama ya unutmak? Unutabilmek? Pek de o kadar kolay görünmüyor unutabilmek. Hele çok güçlü bir belleğiniz varsa... Tabii yine de acının veya acıların derinliğine bağlı herşey. Semedes, bunun için de şöyle diyor: "Acı veren anıların durdurulamayan gücünün karşısında tek bir güç vardır: O da bağışlayabilmenin gücü..." "Bağışlayabilmek" diyor Semedes, "iyi niyetli olmalarına karşın, insanların birbirine haksızlık yaptığı ve birbirini çok derinden yaraladığı bir dünyada, bizlere sunulan özel bir armağandır." Semedes, "bağışlama"yı her ne kadar bir sunulmuş "lütuf" gibi nitelendirse de, "hoşgörü" denilen bir başka erdemin bu davranıştaki rolüne pek değinmemiş. İlginç geldi bana. Bağışlamanın hep bir hoşgörü işi olduğıunu düşünürdüm. Ama sevginin denendiği en zor işlerden biri olduğunu doğrusu bunları okumadan fark edememiştim. Ama, "sevgi"nin bunu başarabileceğini söylüyor. "Bağışlamak, sevginin çözebileceği en zor ve riskli iştir" diyen Semedes, şöyle devam ediyor: "Bağışlamak, çoğu insana doğal bir şey gibi gelmez. Hakça davranma duygumuz, insanların yaptıkları hataların bedelini ödemeleri gerektiğini söyler bize. Oysa bağışlamak, doğa kanunlarının ortadan kaldırılabilmesi için sevginin ortaya koyduğu en büyük güçtür..." Ama öte yandan "bağışlama"nın insanın kendine mi yoksa karşısındakine mi yaptığı en büyük iyilik olduğunu anlayabilmek de zor. Bu bir çeşit kendini arındırma, ölümcül bir hücreye karşı koyabilme yeteneği gibi bir şey. Kimbilir, belki de her insanın yaşamında en az bir kere denemesi gereken bir olgu. Peki, "bağışlamak" nasıl başarılabilir? Bunun yanıtının sevgi ve hoşgörüden geçtiğini düşünüyorum. Hoşgörüyü yaratan, biçimlendiren, ve besleyen de "sevgi" olgusu olduğuna göre, Semedes'in tezi mutlaka ki doğru. Ne var ki, katılamadım bir şeyler daha var hâlâ. Bunlardan birisi de; hoşgörünün hiçbir zaman sonsuz olamayacağı ve olmaması gerektiği. Ve de sevginin saf, katıksız, her türden çıkar ve beklentiden uzak, gerçek ve nitelikli bir sevgi olması gerekliliği... Böyle düşündüğümde, yaşamda insan doğasının hiçbir zaman bağışlayamayacağı bazı şeyler de olabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle bu "katılamama" konusu, genele ilişkin konularda geçerli bir farklı yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Semedes'in konusu elbette ki sosyal yaşam içinde bireylerin birbirine karşı davranışlarını irdeleyen bir analize dayanıyor. Ama konuyu biraz daha genişletip toplumsal boyutta irdelediğimizde, konunun anlamı da, seyri de değişiyor. Örneğin; insanlığa karşı işlenmiş, "insanlık suçu" diye tanımlanabilen yanlışları bağışlayabilmek, unutabilmek o kodar kolay mıdır? Ve yaşamda öyle acılar vardır ki, onları unutmak bile suç sayılır bazen. Ben, "toplumsal gerçekçilik" penceresinden hayata baktığım için olsa gerek, bugüne dek bazı yazılarımda zaman zaman dünyada ve ülkemizde unutulmaması ve bağışlanmaması gereken acılara değinmeye çalıştım. Ders çıkarılması açısından. İnsanlık, yaşam ve daha güzel bir gelecek adına... Dolayısıyla konuya bu açıdan bakıldığında, Semedes'in "bağışlayabilme" ve "unutmak" konularındaki görüşlerinin yalnızca sıradan bireyler için, bireylerin birbirlerine davranışları ve yaklaşımları açısından ortaya konulduğu görülüyor. Toplumsallık ile ilgili değil yani. Her durumda sadece 'özür" yetmez! Ama konuya toplumsal açıdan bakıldığında, manzara değiştiği gibi, anlam da davranışlar da değişiyor, değişmelidir de. Yani; topluma çok büyük acılara mal olmuş yanlışlar yapanların davranışı, sadece bir özür dilemek olmamalıdır. Gerçekten en erdemli davranış; "doğru bir insan olmadığını, bu işin adamı olamadığını itiraf etmek" ve "çekip gitmek" olmalıdır. Aksi taktirde yanlışların devamlılığı ortamı da hazırlanmış olacak, çünkü "nasılsa bir özür dileyince herşey bağışlanıp unutuluyor" anlayışı egemen kılınacaktır. Sonrasında da "Yanlış yaptık özür dileriz, "yine yanlış oldu yine özür diliyoruz", "tüh be yine yanlış yaptık ama bakın ne kadar güzel özür diliyoruz", "canım bir yanlış yapacak olursak biliyorsunuz ki hemen özür dileriz" pişkinliği oluşacaktır... Dolayısıyla, toplumsal anlam taşıyan yanlışlar karşısındaki erdemlilik gösterisi bir özür dilemek değil, istifa edip çekip gitmektir. Her yanlışın mutlaka bir bedeli vardır. Yaşam hiç bir zaman çok fazla yanlışı kaldırmaz. Hiç kimse çok fazla yanlışı hak edemez... Toplumlar, büyük yanlışlar karşılığında büyük bedeller öder... | |||