Osmanlı tarihinde en ünlü ayaklanmalardan biri olan “Celali isyanları” koca bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti’nin çöküsü içinde önemli rolü olan bir etken olarak belki de en başta sayılabilecek etkenlerdendir. “Celali isyanları”, aynı zamanda Osmanlı tarihinde “en uzun süreli” isyanlardan olduğundan, hakkında en çok spekülasyonlar üretilen ayaklanmalardan da olmuştur. Bu spekülasyonların çesitliligi de, ayaklanmaların çok uzun süreli oluşu ve birbirinden farklı gerekçe ve nedenlere dayanarak değişik zamanlarda, ama birbirini takip eder nitelikte meydana gelmiş olmasından dolayı olabilir…
“Celali isyanları” hakkında bugün bile net, yeterli, doğru ve doyurucu bir yorum ve değerlendirilme yapılamaması, bir bakıma da bu konuyla ilgili eksik bilgilere dayanıyor. Dolayısıyla, “tarihten ders alabilmek adına, bu dönemin ve isyanların doğru bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu” da burada küçük bir not olarak düşüyoruz…
“Celali isyanları” ile ilgili karşimıza çok değişik görüş ve yorumlar çikmaktadir. Ama yadsınamaz gerçek; bu isyanların Osmanlı tarihinde en çok iz bırakan isyanların başinda geldiğidir. Öyle ki, bu isyanlar Osmanlı devletinin gücü ve otoritesini önemli ölçüde tüketmiştir. Bu isyanlara sadece “Celali isyanı” denilmeyip “Celali isyanları” diye bir grup adı verilmesi de, tek bir isyan olmayan, birbirini takip eden değişik zamanlı tüm isyanlara, özellikle 16. yüzyıldan sonra “Celali” adının bir niteleme sıfatı olarak verilmesindendir.
Bu isyanlar tarihte o denli iz bırakmıştır ki, “Celali” adı, günümüzde bile bir niteleme sıfatı ve fiile dönüştürülmüş, “öfkelenmek” ve “kızmak” anlamına gelen “celallenmek” deyimi, günümüz Türkçesinin deyimler dağarcığında yerini almıştır…
“Celali isyanları” hakkında doğru bir sınıflandırmaya götürecek yöntemlerden biri; bunların nedenleri ve niteliklerinin doğru irdelenmesini içeriyor. Bir diğeri de; tek bir isyan olmayıp, birbirini takip eden ve değişik zamanlı peşpeşe isyanlar olan bu isyanları birbirinden ayırmaktır. Bu ayırım da; neden ve amaç olarak ve de bu isyanları çikaran zümre bakımından genelde iki farklı grupta inceleme şeklinde de yapılabilir:
1- Dinsel kökenli isyanlar,
2- Dinsel kökenli olmayan isyanlar…
Dinsel kökenli isyanlar:
Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren, Anadolu’da “kızılbaş” adı verilmeye başlayan “Alevi Türkmen” kesime karşi bir kıyım ve dışlama politikası yürütülür. Ama Türkmen ayaklanmalarının arkası kesilmez. Bozok Türkmenlerinden olan tımar sahibi Turhallı Celal, 20 bin kadar Türkmeni başina toplayarak “Mehdilik” iddiasıyla ayaklanır. Ama başarı sağlayamayacağını anlayınca, İran’a göçmeye çalissa da, yine Bozoklardan olan ve Osmanlı hizmetindeki Dulkadir Beyi Şehsuvaroğlu Ali’nin Türkmenleri tarafından 1518’de öldürülür, yandaşları da kıyıma uğrar. Ama Celal’in adı kalır…
16. ve 17. yüzyıl başlarında Anadolu’yu kasıp kavuracak olan bütün büyük ayaklanmalara bundan sonra Celal’in adıyla “Celali isyanları” denir… Ama bu genel bir tanımlama olmasına karşin, aslında bu tanımlamanın doğruluğu konusunda tereddütler de vardır. Çünkü diğer isyanlar, dayandığı zümre, ortaya çikis nedenleri ve ileri sürdükleri gerekçeler bakımından farklı nitelikler de taşiyor, Turhallı Celal ve yandaşları ile çogunlukla bir bağlantısı olmadığı görüntüsü veriyor. Ayrıca, Turhallı Celal’in başlattığı başkaldırı; dini niteliklidir.
1527’de de Hacı Bektaş Veli’nin evladı sayılan Çelebilerden Balım Sultan soyundan gelen Kalender Çelebi’nin başkaldırısına da, aynı kategoride, yani dinsel kökenli olarak bakılmıştır. Ama Kalender Çelebi’nin tavrı, Osmanlı Devleti’nin tımarların dağıtılması konusunda “kızılbaş” diye nitelenen kesimin dışlanması temeline dayanır…
Dinsel kökenli olmayan isyanlar:
Bozok Alevi isyanı da, aşirı vergilendirme karşisında ortaya çikar. Bu isyan güçlükle bastırılır. Osmanlı tarihçilerinin “Celalilik” diye adlandırdıkları asıl isyanlar ise 16. yüzyıl sonlarına doğru başlar ve aşağı yukarı 17. yüzyılın sonlarına kadar devam eder. Bozok Alevi isyanından sonra, daha önemli bir isyan Kanuni Sultan Süleyman’ın en güçlü olduğu dönemde, Şehzade Beyazıt etrafında gelişir.
Dirliklerinin kapıkullarına verilmesiyle “dirlik”lerini yitiren, küçük dirliklerle de ilerleme olanakları ortadan kalkan sipahilerle, sürekli baskı ve horlama gören bazı Türkmen boyları, Şehzade’nin etrafında toplanır. Ama Beyazıt yenilir, 12 bin kişilik Türkmen ordusuyla birlikte İran’a sığınır. Beyazıt ve oğulları, Kars kalesinin verileceği vaadiyle Şah’tan 1 milyon 200 bin altına alınır. Sonrasında Beyazıt öldürülür. Artık sipahilere de güvenilmediğinden, yeniçeri kuvvetleri muhafız olarak Anadolu kentlerine yerleştirilir. Ama bu gelişme de, varlığı artan kapıkulları ile yoksullaşan sipahiler arasındaki çeliskileri arttırır.
Bundan sonra isyanlarla başa çikabilmek düşüncesiyle, isyanlara katılanları askere alan Osmanlı Devleti, kendilerine sarı elbiseler giydirerek askeri hizmet içine çeker ve hepsi yaya olan ve böylece “Sarıca” denilen asker sınıfı kurulur. Buna karşilık bu kez de yeniçeriler ayaklanır ve bir isyanda Osmanlı Sultanı 2. Osman (Genç Osman) öldürülür. Daha sonra ise, “deli” lakabıyla da anılan Sultan 2. İbrahim’in kötü yönetimi ve düzensiz idaresi, yeni isyanların patlamasına neden olur. Bir başka isyanda da Sultan 3. Selim, yeniçeriler tarafından boğularak öldürülür.
Bir türlü sona ermeyen “İran seferleri” ve bunu izleyen “Viyana kuşatmaları”, başka isyanları da gündeme getirir. Hızlı nüfus artışı ve buna karşilık işsiz genç sayısının çogalmasi da 17. yüzyılın sonralarına kadar isyanların devam etmesine neden olur. “Celali isyanları” da denilen, değişik zamanlarda ve birbirini takip edercesine patlayan isyanların bu denli uzun sürmesi ve bastırılmasındaki zorlukların nedenleri bu isyanlara bazı yörük ve Türkmen aşiretler ile sipahi sınıfının da katılması ve “yeniçerilerin kazan kaldırması” diye anılan olaylar olarak da sıralanabilir…
İsyanların sonuçları:
“Celali isyanları” olarak adlandırılan bu isyanların sonuçları ise; yüzbinlerce Türkün kanının akması, Osmanlı İmparatorluğu’nun herşeyden önce mücadele kudreti bakımından zayıflaması olurken, ikinci büyük etken de imparatorluğun ekonomik durumunun bir “çöküş”e doğru sürüklenmesi olmuştur…