Doğada yaratılan ekolojik bir yıkım varsa, insanca yaşam hakkı da tehdit altında demektir!

Doğada yaratılan ekolojik bir yıkım varsa,
insanca yaşam hakkı da tehdit altındadır!

Bugünkü uzay çağında başka gezegenleri keşfe çıkıp buralarda yaşam var mı diye araya duralım, belki de sonsuza kadar içinde yaşamak zorunda olduğumuz kendi gezegenimiz "Dünya"ya ise pek iyi baktığımız söylenemez. Dünyanın da aslında bir canlı olduğu bilinciyle soruna bakıldığında, küresel ısınmadaki sürekli artış, ateşi sürekli yükselen bir insan için tanımlandığı gibi, gezegenimizin de hastalandığını anlatan bir ayrıntı olarak görülebilir. Dolayısıyla bu durum dünya insanlığını günümüzde hiçbir zaman olmadığı kadar doğa ve ekolojik yaşam konusunda kafa yormaya, duyarlı olmaya, doğadaki ekolojik yaşamı sahiplenmeye yönelten nedenlerden biri.

Öte yandan sorunun diğer boyutu daha da çarpıcı. Küresel sermaye dünyayı tarihin en berbat bunalımına sürüklemiş, kapitalist sistem bu nedenle kendi yarattığı krizden artık çıkamayacak hale gelmiştir. Bu gelişme, Türkiye gibi bir çok ülkede sermaye düzenini vahşi kapitalizm aşamasına getirmiş, günümüzde artık sadece emek ve alın terinin, insanın ve halkın sömürüsü ile yetinemeyecek halde olan kapitalizm, doğayı da sermaye birikimine sokmayı hızlandırmış, doğal varlıkları metalaştırmaya başlamış, dolayısıyla doğaya yönelik sömürüsünü arttırmıştır.

“Küreselleşme” politikasının etkisi ile kendisini alternatifsiz tek düzen gibi gören kapitalizm, bu şımarıklıkla kendisini doğanın da sahibi sanacak kadar başı dönmüş haldedir. Emperyalizmin dünyayı sadece kendi pazar alanı olarak görmesi gibi, doğayı da bir meta olarak gören sermaye, bu nedenle doğayı da kendi çıkarı doğrultusunda özelleştirmeye yöneldi. Bugün Türkiye’deki mevcut sistem doğayı kendi çıkarı için özelleştirip, “çevre” dediğimiz, canlıların ve onlardan biri olan insanların ortak yaşam alanlarına vahşice bir saldırganlıkla el uzatacak kadar gözü dönmüş bir sermaye düzenini temsil ediyor. Dereler ticarileştirilip, doğaya ve kamuya ait olan suyumuza el konuluyor, tüm su kaynakları, meralar, tarım alanları, ormanlar, sit alanları, hatta denizler bile sadece sermayenin çıkarı için kullanılmak adına tüm canlılar, insanlar ve halklar yok sayılırcasına talan ediliyor.

Sermaye düzeninin günümüzde AKP hükümeti aracılığıyla enerji üretimi bahanesi ile yaşama uygulatarak dayatmaya çalıştığı HES, RES vs. gibi projeler, aslında kendisini doğanın sahibi zannedecek kadar başı dönmüş kapitalist sistemin ya da bu nedenle doğayı bir meta gibi algılayan gözü dönmüş sermayenin, doğadaki ekolojik yaşamı da sömürmeye yönelik geliştirdiği “doğayı sermayenin çıkarı doğrultusunda özelleştirme” tavrıdır da. Bu durum doğadaki ekolojik yaşamı da bir rant kapısı haline getirilip, yolsuzluk ve rüşvet çarkı artık ekolojik yaşamı da kapsarken, sonuçta doğa ve ekolojik yaşam korkunç bir tahribatla karşı karşıya bırakılıyor. Öte yandan halkın mülkü acele kamulaştırmalarla elinden alınıp sermaye guruplarına peşkeş çekilirken, en verimli tarım alanları sadece sermayenin çıkarı için feda ediliyor, halkın elinden suyu kullanma hakkının bile alınmak istenmesine kadar gözü dönmüş bir saldırganlıkla gerçekleştirilmeye başlanan ekolojik tahribatlar ortaya çıkıyor.

Doğa-insan ilişkisi açısından bakıldığında, insanın da doğanın bir parçası, ama doğadaki en değerli canlı varlık olduğu göz önünde alındığında görülmektedir ki; doğada yaratılan ekolojik bir yıkım varsa eğer, insanca yaşam hakkı da tehdit altında demektir. Yırca köyü örneği bu gerçeği göstermiştir.

Doğanın tüm enerji kaynakları ve zenginliğini sermaye birikimine sokarak sömürüye yönelen küresel sermayenin dayattığı politika doğrultusunda ayrıca yer altı zenginliklerinin de talan ve yağmalanmasına yönelindi. Mevcut madencilik yasası bu nedenle yeraltı zenginliklerimizin yağmalanıp soyulmasını yasal hale getiren bir düzenlemedir. “Yağma yasası” diye de tanımlanacak böyle bir yasa olunca da, sermaye grupları tarafından yeraltı zenginliklerimizin yağmalanmasına yönelik, “madencilik” adı altında korkunç çevre katliamlarına neden olacak ucube projeler uygulanmak isteniyor, dayatılmak istenen vahşi madencilik projeleri ile çevre ve insan sağlığı hiçe sayılıyor. Turgutlu Çaldağı’nda uygulanmak istenen madencilik projesi ise “vahşi madencilik” deyiminin türetilmesine en somut örnek olurken, Turgutlu halkının yıllardır süren onurlu yaşam savaşımına da neden olmuştur.

Bu nedenle günümüzde insanların ortak yaşam alanlarına kadar gelip dayanan sermaye düzeninin gözü dönmüş korkunç saldırganlığına karşı her alanda çevreci direniş ve ekolojik mücadele hayati bir zorunluluk olarak doğup, şekillenip büyümeye başladı. Ekoloji mücadelesi, toplumsal hedefleri olanların bu mücadelelerini besleyecekleri bir atar damar halini almıştır bugün. Bu nedenle de yaşadığımız yüzyıla damgasını vuracak en önemli gelişmelerden birinin "ekoloji mücadelesi" olarak ortaya çıktığını görebilmek gerekiyor.

22 Nisan 2015

 

Yorumlar - Yorum Yaz