Çaldağı'nda son durum ve gelişmeler...
Turgutlu Çaldağı'nda işletilmek istenen nikel madenciliği projesinin asıl sahibi ve bu projeyi başlatan şirket, Amerikan sermayeli dünyanın en büyük şirketi Rio Tinto ile onun kontrolündeki dünyanın ikinci büyük şirketi olarak bilinen Avustralya’daki BHP Billition şirketlerinin perde arkası girişimleri ile kurdurulmuş olan İngiliz European Nickel şirketidir. Ancak çevreci direnişin kararlılığı, herkesi kapsayacak şekilde güçlü bir örgütlenmeyi başarması ve buna bağlı olarak halkın madene karşı ortak tutumu sonrasında, ilk olarak Bosphorus adıyla kurdukları ve Çaldağı'na konuşlandıkları, sonra da isim değiştirerek Sardes ismini verdikleri paravan şirketle gerçekleştirebileceklerini düşündükleri madencilik projesi önünde her türlü engeli aşabilseler de, halkı ve çevreci mücadeleyi yürüten sivil toplum örgütlerini ikna edemedikleri sürece bu hayali gerçekleştirebilme şansları olmadığını anlayınca, Çaldağı'ndaki tesisleri ve paravan şirketlerini şaibeli bir ihale ile satışa çıkardılar. Bu şaibeli ihaleyi şimdiye kadar adı sanı duyulmamış, 3 gencin sahibi olduğu söylenen Oremine Madencilik adı altında bir şirket kazandı (!)
İhale mi, İngiliz oyunu mu?
Her yönüyle pis kokular saçan bu şaibeli ihalenin sonrasındaki gelişmeler de ilginçti tabii. Örneğin ihaleyi kazanan şirket 6 ay boyunca ortaya çıkıp da kendini tanıtmadı. Hatta hangi şirketin ihaleyi kazandığına ilişkin bilgi edinmek için en başta kendilerine çalışma ruhsatı verecek bakanlık yetkililerinden başlayarak ilgili tüm kurum temsilciliklerine ve yetkililerine sormamıza karşın tüm sorularımız cevapsız bırakılmış, herhangi bir açıklama yapılmayıp Çaldağı'ndaki madencilik proesini devam ettirmek üzere ihaleyi kazanan şirketin kimliği hakkında esrarengiz bir sis perdesi yaratılmıştı. Öyle ki, ancak "Çaldağı'ndaki bu madencilik projesi sonrası Gediz vadisini kaybedersek, bu cinayete faili meçhul mü diyeceğiz?" sorumuzun ardından yeni şirket ortaya çıkmak zorunda kalmış ve güçlü reklam spotları da kullanılan haberlerle kendilerini basın ve kamuoyuna tanıtmışlardı.
Neden ODTÜ'lü 3 genç diye tanıtıldılar?
İhaleyi Oremine Madencilik adı ile kazanan şirket, nedense kamuoyuna kendilerini VTG Madencilik adıyla açıklıyordu. VTG adı şirketin kurucusu olan Vuslat, Tarık ve Gökhan adlı 3 gencin adlarının baş harflerinin birleşmesinden geliyordu. Bu arada şirketin sahibi bu 3 genç, basında yer alan haberlerde özellikle ODTÜ mezunu girişimci 3 genç olarak açıklanıyor, böylece ODTÜ'lülükleri ön plana çıkarılarak, ODTÜlülere ilişkin toplumdaki izlenimlerden yararlanacak şekilde kendileri için parlak bir referans yaratılmak isteniyordu..
3 genç ihaleyi nasıl kazandı?
Konuyu araştırınca, ilk olarak VTG Madencilik şirketinin ihalenin gerçekleştirilmiş olduğu 15 Ekim 2011 tarihinde mevcut bile olmadığı, İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası'na bildirilen verilere göre ihaleden ancak 1,5 ay kadar sonra kurulmuş olduğunu fark ettik. Üstelik ihale ile ilgili olarak verilen bilgilerde, söz konusu ihaleye Vestel ve Çalık grubu gibi güçlü firmaların bile katıldıkları, ancak ihaleyi bu 3 gencin kurduğu firmanın kazandığı belirtiliyordu. Ama European Nickel şirketinin 200 milyon doların çok üzerinde (300 milyon doları bulan) masraf ve yatırım yaptığını söylediği tesisleri ve paravan şirketi Sardes'i 40 milyon gibi komik bir fiyatla nasıl devrettiği soruları halen cevap beklerken, cevaplanamayan sorulardan biri de Vestel ve Çalık gurubu gibi çok güçlü firmaların da katıldığı belirtilen ihaleyi bu 3 gencin kurduğu adı sanı şimdiye kadar hiç duyulmamış bir firmanın nasıl kazanabildiği sorusu oldu.
VTG Madencilik şirketinin Genel Müdürlüğü görevini yürüten şirket sahiplerinden Gökhan Kantarcıgil, bu soruyu "ihale sırasında kendilerine diğer şirketlerin ihaleye katılmaktan vaz geçtiklerinin söylendiği, böylece ihaleyi kolayca kazanabildikleri" şeklinde oldu. Ancak bu kez de şu sorumuza cevap veremediler: "Vestel ve Çalık gurubu gibi bu dev firmalar eğer bu ihaleden vaz geçtilerse bunun nedeni ne olabilir? Bu kadar komik miktarda bir paraya sahip değiller ve bulmakta da zorluk çekiyorlar da, bu paraya sadece bu 3 genç mi sahip? Yoksa böyle bir madencilik faaliyetine ellerini bulaştırmak istemedikleri, halkın da karşı olduğu bu madencilik projesinin akıl mantık işi olmadığını fark ettikleri için mi vaz geçmiş olabilirler?" Dolayısıyla yapılanın aslında ihale değil, bir İngiliz oyunu olduğu veya ihalenin bu 3 gencin sırtına yüklendiği ortadaydı.
Finlandiya oyunu ve gerçekler
Ama bu sorumuza cevap veremeyince, bu kez yeni yalanlara başvurma yoluna girmeye çalıştılar. Bu madencilik projesinin dünyada ilk defa uygulanmadığı, başka yerlerde de yapıldığını örnekleme çabasına girdiler ve Finlandiya'da Talvivaara nikel maden işletmesini örnek gösterdiler. Ancak bu konudaki yalanlarını da ortaya çıkardık ve halkın gözünde güvenirliklerini tamamen sarstık. Çünkü Finlandiya örneği Çaldağı'ndaki madencilik projesi ile bir ilgisi olmadığı gibi, sadece Çaldağı'ndaki gibi bir madenciliğin dünyada olmadığını kanıtlıyordu aslında. Nedeni ise, burada kimyasal yöntemler değil biyolojik yöntemlerin kullanılması, sülfürik asit yerine bakteriyel ayrıştırma yolunun deneniyor olması.
Ayrıca buna rağmen 1 ay sonra da Finlandiya'daki bu maden işletmesinin yarattığı çevresel tahribat nedeniyle bizzat Finlandiya hükümeti tarafından süresiz olarak kapatılması da durumu çok daha anlamlı bir hale getirdi. Bu gelişme ile birlikte Finlandiya'da hükümet skandalı patlıyor ve hükümetteki Çevre Bakanı, eşinin Talvivaara maden işletmesinin ortaklarından biri olması ve bu nedenle bu maden işletmesine karşı bazı konuların görmezden gelinerek yapılan torpil nedeniyle böyle bir madenciliğin Finlandiya'da yapılmasına göz yumulduğu gibi bazı konuların ortaya çıkması üzerine Çevre Bakanlığı'ndan istifa ederek görevinden ayrılmak zorunda kalıyordu.
Tabii bu gelişme de Çaldağı mücadelesine destek olacaktı ve böylece VTG Madencilik şirketinin devam ettirmek istediği Çaldağı nikel maden işletmesi konusundaki sözlerinin hiç bir inandırıcılığı da kalmadı. Finlandiya örneği; Çaldağı tipi bir madencilik yöntemine dünyanın hiçbir ülkesinde izin verilmediğini gösterdiği gibi, ayrıca bir benzerine bile izin verilmediğini kanıtlayan bir örnek olmuştu. Yani yaptıkları çirkin hile tıpkı bir bumerang gibi geriye dönüp kendilerine darbe vurmuş, Çaldağı mücadelesine daha da ivme kazandırıp yükseltecek bir etkiye de dönüşmüştü.
Tıklayınız: Talvivaara gerçeği nedir?
“Şirketi Türkleştirme taktiği” işe yaradı mı?
İngiliz European Nickel şirketi, toplumdaki yabancı alerjisine karşılık olarak anti-emperyalist tepkilerden kurtulabilmek ve almakta artık daha fazla zorluk yaşayacağı bazı izinleri daha kolay alabilmek için “ihale” adı altında oynanan bir İngiliz oyunu ile “şirketi Türkleştirme taktiği”ne başvurmuştu. Böylece; yabancı maden şirketlerinin işleri sarpa sarmaya başladığında “şirketi Türkleştirme taktiği”ne başvurdukları da açığa çıkıyordu.
Ama çevre mücadelesi tavrını şirketin adına veya kimliğine göre değil, uygulanmak istenen madencilik projesinin çevre ve insanlık düşmanı bir proje olduğu gerçeğine dayandığı şekilde net bir tutumla ortaya koyarak kararlılığını göstermeye devam ediyordu. Bu durumda aynı projeyi Türk kimliği ile sürdürmeye çalışan ve “proje taşeroncusu” bir firma olan VTG Madencilik şirketinin bu projeyi uygulayabilme konusunda güvendiği konular ise özellikle arkalarındaki iktidar desteği ve ellerindeki mahkeme kararıyla da iki kat sağlamlaştırılmış, bir bilim kurumu olan TÜBİTAK’tan da destek alınarak “kutsal bir belge” haline dönüştürülmüş ÇED raporunun varlığıydı. Ancak bu güvendikleri konular da artık kendilerine avantaj sağlayan konular olabilmekten çıkmaya başlamıştı.
Peşkeşin adı: AKP-cemaat ittifakıydı
Çevreci mücadelenin titiz araştırmalara da dayanan mücadeledeki kararlılığı ile sağladığı başarı, bu madencilik hayali peşinde koşanların en çok güvendikleri bu konularda da sıkıntı yaşamalarına neden oldu. Örneğin; kamuoyuna özellikle “ODTÜ mezunu 3 genç” olarak tanıtılan bu 3 gencin aslında cemaatçi oldukları, ama özellikle ODTÜlülükleri ön plana çıkarılarak bu gerçeğin üzerinin örtülmeye çalışıldığını açığa çıkarmıştık. VTG Madencilik şirketinin kurucu başkanı olan Vuslat Bayoğlu’nun, Fettullah Gülen Cemaati’nin genç işadamları içinde önemli bir isim olduğu ve cemaatin Güney Afrika’daki bir kuruluşu olan Güney Afrika Genç İşadamları Derneği SATBA’nın kurucusu ve başkanı olduğunu ortaya çıkardık. Ayrıca VTG Madencilik şirketinin Genel Müdürü olarak görev yapan Gökhan Kantarcıgil de yine cemaatçi birisiydi. Kendisi ile ilgili ilk bilgilerimiz, mezun olur olmaz yaptığı ilk işinin Tayyip Erdoğan’ın en yakın dostlarından olan Cihan Kamer’in sahibi olduğu Atasay Kuyumculuk ile birlikte Güney Afrika’da kömür madenciliği işine girmiş olması şeklindeydi. (Bu ayrıntı, ihale sonrası yaratılan o sisli ortamda Çaldağı’ndaki tesislerin Atasay Kuyumculuk tarafından işletileceği şeklinde bazı yorumlara da neden olmuştu.)
Burada özellikle bilinmesi ve anlaşılması gereken asıl ayrıntı; yeraltı zenginliklerimizin korkunç çevre katliamları ve doğa talanı yaratma pahasına yabancılar ve yandaşlara peşkeş çekildiği ve böyle bir yağmalanmaya açıldığı gerçeğidir.
ÇED sadece ayrıntı, asıl ihtiyaçları iktidar desteği
Bu son gelişmenin (Finlandiya örneği) ardından inandırıcılıklarını da tamamen kaybeden maden şirketi projeyi artık savunamayacak kadar sıkıntıya girdi. En güvendikleri 2 konu arkalarındaki iktidar desteği ve ellerindeki mahkeme kararıyla 2 kat sağlamlaştırılmış ve TÜBİTAK desteği ile de “kutsal bir belge” imiş gibi gösterilmek istenen ÇED raporuydu.
Ancak bilim insanlarının da katkısıyla, bilimi kılavuz edinerek sürdürülen çevreci mücadele, ellerindeki bu ÇED raporunu adeta delik deşik edip paçavraya çevirmişti. Bu durumda artık savunamayacak hale geldikleri bu ÇED raporu konusunda bir şeyler yapmak zorunda kalarak bazı girişimlerde bulunacaklardı. Öte yandan önce Gezi olayları, bu olayların rüzgarının da yardımıyla “cehennem kazanı"na karşı yapılan eylemler, 2,5 ay süren çadır direnişi, sonrasında Turgutlu’da düzenlenen Ege Çevre Kurultayı ve hemen ardından da maden işletmesinin kapatılması talebiyle Turgutlu’da yapılan miting sonrasında, Çaldağı mücadelesinin giderek bir halk hareketine dönüşeceği endişesini de yaşamaya başlamışlardı. Bunun sonrasında da “ÇED tadilatı” adı altında başlattıkları yeni süreçte böylece şanslarını bir kez daha denemeye de çalışacaklardı. Çünkü ellerindeki ÇED raporundan daha çok güvendikleri asıl konu arkalarında hükümet desteğinin varlığıydı.
ÇED’ten vazgeçti, iktidar desteğini de kaybetti
Ama bu konuda da bazı gelişmeler oldu. Bir süredir gündemde olan AKP-Cemaat çekişmesi özellikle yerel seçim sürecinde iyice doruğa çıktı ve yıllardır sıkı fıkı ilişkilerle yürütülen “kirli ittifak,” yerel seçim sürecinde iyice bozuldu. AKP Hükümeti tarafından cemaate karşı “paralel devlet” suçlamaları ile kesin tavır konularak savaş ilan edildi. Bu gelişme de cemaatçi yapısı olan Çaldağı’ndaki maden şirketini daha da zora soktu. Bir yandan çevreci mücadele ve halkın madene karşı tutumu nedeniyle kendilerinden uygulaması istenen madencilik projesini gerçekleştirme hayalleri kaybolmak üzereydi.
Ellerindeki mevcut ÇED raporu çevrecilerin mücadelesi sonucu delik deşik edilmiş, bu ÇED ile bu işi götürebilmeleri olanaksız hale gelmişti. Yerel seçimlerde de Turgutlu’da en güvendikleri kaleleri durumundaki Belediye’de işler umdukları gibi gitmemiş, kendileri ile işbirliği içinde olan Belediye Başkanı Serhat Orhan ağır bir yenilgi ile koltuğunu kaybederken, maden şirketi de en önemli kalesini kaybetmişti. Bu sonuç, halkın madene karşı tutumunu da ifade ettiği bir anlam da taşımaktaydı. Öte yandan “paralel devlet” suçlamaları ile cemaatle iplerini tamamen koparan ve cemaate karşı savaş ilan eden AKP Hükümeti’nin bu tutumu karşısında da düne kadar bu madencilik projesini ve hayallerini gerçekleştirebilmek için en güvendikleri destekten de mahrum kalmış oluyorlardı.
Aradıkları can simidi için inşaat şirketi ile ortaklık
Önce isim değişikliği, sonra kimlik değişikliği ve ihale ile şirketin Türkleştirilerek el değiştirmesi, daha sonra da ÇED değişikliği derken, bu kez maden şirketi yeni bir senaryo daha uygulamak zorunda kaldı. O da Çaldağı’ndaki tesisleri ve paravan İngiliz şirketi Sardes’i ihale sonucu devralan bu şirketin de kendine yeni bir Türk ortak bulması olacaktı.
Bir yandan 2. ÇED raporlarının onaylanması için Bakanlık nezdinde girişimlerde bulunulurken, diğer taraftan da kendilerine özellikle hükümete yakın olan bir ortak bulma yoluna başvurdular. Çünkü kendilerinin cemaatçi yapısı nedeniyle istedikleri izinleri alamayacakları ve ÇED raporunu onaylatamayacaklarını görmekteydiler. Bu nedenle daha önce cemaat vasıtasıyla sırtlarını dayadıkları iktidar desteğini yeniden sağlayabilmeleri için AKP’ye yakın bir şirketle ortaklık kurdular. NATA Turizm ve İnşaat Şirketi’ne şirketin yüzde 50.01’lik hissesini devrederek ortaklık sağladılar.
Bu atılan adımdaki amaçlar ise; ilk olarak 2. ÇED raporunun da onaylanmasını sağlamak, ikinci olarak da kendilerinin iyi bir referansı olamayacağından ihtiyaç duydukları finans desteği için kredi alabilmeyi kolaylaştırabilmek. İşte şimdi de son olarak NATA Turizm ve İnşaat Şirketi ile kurulan ortaklık ve şirket hisselerinin yarısından çok az bir fazlasının bu inşaat şirketine devredilmesinin anlamı burada yatıyor. Bu durumda NATA Turizm ve İnşaat Şirketi hakkındaki bilgiler de ne tür bir senaryo ve planla karşı karşıya kalındığının anlaşılması bakımından çok anlamlı ayrıntılar içeriyor.
Ortak şirketin hükümetle yakın ilişkisi
Bu firmaların hepsi de nedense kendilerini hep çok güçlü ve büyük firmalar gibi tanıtmayı pek seviyorlar. Çünkü ihale kapabilmek için kendilerine iyi bir referans sağlayacağı düşüncesi ile böyle tanıtılmaya mecburlar. Bütün referansları da iktidar desteği sadece. Bu nedenle NATA inşaat şirketi özellikle son dönemlerde HES projelerinde önemli birkaç ihale kapmayı (malum yollar ve ilişkiler sayesinde) başardığından güçlü bir firma gibi izlenim de yaratmış. Genellikle şirket inşaat olarak yol, baraj vs. gibi altyapı tesisleri yapıyor. Şirketin ismi NATA ise sahibi ve kurucusu olan NAMIK TANIK’ın isim ve soy isminin ik hecelerinin bileşiminden oluşturulmuş. Aldıkları ihalelerin de gösterdiği üzere, iktidar yanlısı ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen bir şirket. Şirketin sahibi Namık Tanık, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in yakın akrabası ve aynı zamanda gizli kasalarından biri olarak da biliniyor. Ama bu konudaki en önemli ayrıntı ise şirketin sahibi Namık Tanık’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le olan akrabalığı ve uzaktan dünür de oluşları.
Kirli pazarlık, kirli ortaklık
Dolayısıyla 2. ÇED raporunun nasıl ve niçin onaylatılmasının başarıldığı bu şekilde daha iyi anlaşılabiliyor. Bu durumu daha iyi açıklayabilecek daha önemli bazı ayrıntılar ise, maden şirketinin bu inşaat şirketi ile yaptığı ortaklık anlaşmasının protokolünde gizli. Elde ettiğimiz bilgiler çok ilginç gerçekten.
Edindiğimiz bilgiye göre; maden şirketinin ortaklık teklifine NATA inşaat şirketi (veya şirketin sahibi Namık Tanık) önce pek sıcak bakmıyor ve böyle bir olaya, hiç de garantisi olmayan Çaldağı’ndaki bu madencilik işine kendilerinin girmeyi kesinlikle düşünmediklerini ve bu tür bir şey için tek kuruş bile para vermeyeceklerini belirtiyor. Maden şirketi yetkilileri ise, "kendilerinden para filan istemediklerini, bu madencilik işini gerçekleştirebilmek için imajları iyi ve referansları da yeterli olmadığı için kendilerinin ÇED raporunu onaylatabilmesi ve kredi bulabilmelerinin çok zor olduğu, bu nedenle de özellikle bu konularda kendilerine yardımcı olacak bir ortaklık ihtiyacı içinde olduklarını" söylüyorlar ve “önce ÇED raporunun onaylanmasını sağlayın. Ayrıca imajınız ve referansınız sayesinde siz bu proje için ihtiyaç duyduğumuz krediyi de bulabilirsiniz. Bundan sonra da madeni faaliyete geçirip işletmeye başladığımızda, kurduğumuz ortaklık ve devrettiğimiz yüzde 50.01 hisseler karşılığı olarak biz sizden sadece 18 milyon dolar talep edeceğiz” şeklinde getirdikleri teklifle bu ortaklığın gerçekleşmesini sağlıyorlar. Yapılan ortaklığın ve protokolün açıklaması ve kısa öyküsü böyle.
ÇED onaylatıldı, şimdi sıra kredi bulmakta
Tabii sonrasında Çaldağı’ndaki nikel işletmesi için maden şirketince hazırlatılan 2. ÇED raporu onaylandı. Şimdi sırada kredi bulma konusu var. Edindiğimiz bilgiye göre de 15-20 gün önce İsveç (veya İsviçre)’den kredi için bazı banka temsilcileri ile şirket arasında Turgutlu’da bazı görüşmeler olmuş. Görüşmede neler konuşulduğu ve görüşme sonucunun ne olduğunu henüz bilemiyoruz tabii. Ancak şu anda yüzde 50.01 hisseye sahip olduğu için NATA inşaat şirketi yüzde 49.09 hisseye sahip maden şirketinden tüm yetkileri devralmış durumda. Şirket genel müdüründen halkla ilişkiler müdürlüğüne kadar her kademede de bu anlamda değişiklikler yapılmış ve böylece bir imaj değişikliği (veya yapılan bu makyajla bir kamuflaj) da sağlanmış oluyor.
Bu durumda bizler de bu maden işletmesine geçit vermemek için ÇED raporu hakkında bakanlığın verdiği onay kararına karşı ilk etapta hukuk mücadelesini başlattık, 4 ayrı dava açıldı. Bu davalardan başka ayrıca TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi de bu madencilik projesinin durdurulması için bir dava açtı. Bu sadece bir başlangıç ve mücadelemiz bu madencilik projesi iptal edilinceye kadar sürecek ve ne pahasına olursa olsun topraklarımıza sahip çıkacağız. Diğer taraftan da proje için ihtiyaç duydukları krediyi alabilmelerinin de engellenmesi gerekiyor…
Ayrıntılı bilgi için tıklayınız: Nasıl bir çevre felaketi bizleri bekliyor?