Uygarlık tarihine bu güne kadar yön veren şey, insanoğlunun verdiği yaşam mücadeleleri olmuştur. İnsanlığın verdiği bu mücadelelerin temelinde de, her zaman “insanca ve insan onuruna yaraşır bir yaşam” arayışı vardır.
Ama tarih boyunca insanlığın verdiği ve halen de sürdürmekte olduğu bu mücadeleye, ezilen ile ezen arasındaki mücadele damgasını vurmuştur her zaman.
Çağlara göre yeni ve değişik biçimler kazanan bu mücadele, ilk çağdan günümüze kadar uzayıp gelir. Bu mücadelenin güzergahı "uygarlık tarihi", temeli ise: “insanlık onuruna yaraşır bir yaşam” arayışıdır…
İnsanlığın en büyük aşağılanmayı yaşadığı dönem, köleliğin yeryüzüne yayılmasıyla birlikte başlar. Uygarlık tarihinde insanlığın verdiği ilk onurlu mücadele, ilk kutsal başkaldırı da, insanların köleleştirilmesine karşı gösterilen başkaldırı olmuştur. Büyük Roma İmparatorluğu döneminde İsa’nın Hıristiyanlığı yayması, köleci düzene bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. Arap dünyasında ise Muhammed’in İslamiyet’i yaymaya başlaması, yine köleliği ortadan kaldıran nitelik ve anlam taşır.
Özellikle Hz. İsa’nın da, Hz. Muhammed’in de verdikleri mücadelelerde vurguladıkları en temel anlam; insanın insana olan köleliğinin sona erdirilmesini hedefler. Örneğin; köleliğe karşı tarihteki ilk başkaldırı, Spartaküs isyanıdır ki İsa’nın Hıristiyanlık dinini yaymaya başlaması da bu dönemin hemen ardından gelir. Bilindiği gibi, kendi efendiliklerinin sona ermesini istemeyenler, tıpkı Spartaküs ve adamlarına yaptıkları gibi İsa’yı da çarmıha gerdiler...
İsa’nın da, Muhammed’in de vurguladıkları en önemli ve anlamlı olay; bütün insanların eşit olduğu, insanın insana kul, köle olamayacağı, yalnızca Tanrı’ya kulluk, kölelik edebileceği… şeklindedir. Örneğin, ezanı ilk okuyan kişi Bilali Habeş'in bir zenci olması, insanlığa verilen bir mesaj niteliği taşıması bakımından da anlamlıdır.
Amerika, Birleşik Devletler haline gelmeden önce de, kendisini bu sürece getiren gelişme Kuzey ve Güney çatışmasıdır. Kuzey Amerika’nın, köleciliği savunan Güney’e karşı elde ettiği zafer sonucunda Birleşik Devletler doğmuş ve köleci düzene son veren Abraham Lincoln’ün konutu, bugünkü gibi “Beyaz Saray” adını almıştır.
Uygarlık tarihine yön veren insanoğlunun, insanca ve onurlu bir yaşam için verdiği mücadelesi ve kavgası hiç bitmiyor, bugün de sürüyor hala. Köleci düzenin ortadan kalmasından sonra ezenle-ezilenin ilişkisi ve niteliği de değişti çünkü. Bu kez rengi siyah olanlar yerine, ortaçağda yoksul tabakanın ve köylülerin köle haline getirildiği görüldü. Feodal sistem ve derebeylik düzeni, köylü kesimi köle gibi bir yaşama zorladı. Yeni Çağ’a doğru, tarihe damgasını vuran da, köylü isyanları oldu hep. Yüzünü bilime dönen, yeni bilimsel buluşlarla birlikte teknoloji ile buluşan Batı dünyası, bu çatışmaları da aşarak geride bıraktı. Kiliselere de bir başkaldırı olanFransız İhtilali, bu süreçte insanlığın en önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Ama bu kez ortaya çıkan kapitalist düzen, bir avuç egemen için hemen köleleştirilecek yeni bir “hedef kitle” daha yarattı. Bu kez köylü kesim yanı sıra ayrıca “işçi sınıfı” köleleştiriliyordu. Batı’da böylelikle işçilerin sendikal mücadeleleri 18. yüzyılda tarihe damgasını vurmaya başladı. 1 Mayıs İşçi Bayramı, işte bu süreçteki sınıf mücadelesinin doğurduğu en anlamlı örneklerden biri.
20. yüzyılın başlarında gelişen emperyalizm, bu kez ise az gelişmiş ülkeleri sömürme yolunda, halkların köleleştirilmesini gündeme taşıdı. Bu kez de çağa damgasını vuran, özgürlük, bağımsızlık ve ulusal kurtuluş savaşları oldu. Sermaye düzenini temsil eden kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizmin dünyaya dayatmaya çalıştığı bu politikaya karşı önce Ulusal Kurtuluş Savaşı olarak başlayan ve Ulusal Demokratik Devrim olarak şekillenen bu savaşlar, giderek “Sosyalist Devrim”ler sürecine dönüştü.
Karşısında kendine alternatif olarak şekillenip gelişen, giderek dünyanın neredeyse diğer yarısını da kontrolü altına alacak kadar da büyüyüp, caydırıcı bir güç halinde dev gibi yükselen sosyalist sistemi boğmak için “yeşil kuşak” projesini devreye sokan emperyalist sistem, 20 yüzyılın sonunda, 21. Yüzyıla adım atılırken bu kez de “küreselleşme” politikasını dünyaya dayatmaya başladı. Çünkü, bir yandan politik ve ekonomik ambargo, diğer yandan da “yeşil kuşak” projesi ile tam anlamıyla ablukaya alınan sosyalist sistemin artık nefes alamaz hale geldiği süreçte başlatılan karşı devrimci ayaklanmalarla kapitalist sistemin karşısında alternatif olarak gelişen sosyalist sistemde bir çöküş yaratmayı başarmışlardı.
Artık bundan sonraki hedef; kapitalizmi ve sembolü olduğu sermaye düzenini “alternatifsiz tek düzen” imiş gibi tüm dünyaya dayatmak olacaktı. İşte bu aşamadaki politikaya ise “küreselleşme” dendi. "Yeşil kuşak" projesi ise "küreselleşme" politikası içinde artık "Büyük Ortadoğu" projesine dönüşüyordu.
İslam dünyasında ise, insanın insana köleliği 4 Halife Devri’nden sonra, halifeliğin babadan oğula geçtiği dönemle gelen “hanedanlık” düzeniyle birlikte yeniden başladı. İslam dininin köleliğe karşı bir tavır takınmasına karşın, halifeliğin babadan oğula geçtiği hanedanlık döneminin başladığı dönemde bu kez din yoluyla, bu kez de insanın düzene köleliği sağlanıyordu. “Şeriat”ın taşıdığı bir anlamsa, insanın köleliğinin devamı için bu kez de dinin bir araç olarak kullanılmasıydı.
Türkiye, bu süreci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ardından gerçekleşen Cumhuriyet Devrimleri ile aştı. Köylü, "milletin efendisi” olarak görüldü. İşçilerin sendikalaşma süreci hızlandı...
Ama sonrasında, Marshall ve Truman yardımları ile dışa bağımlı şekillendirilen kapitalist ekonominin sermaye düzeni, ardından İMF ve Dünya Bankası güdümündeki ekonomi ve politika, sonrasında da “küreselleşme”nin güdümünde şekillendirilen “Türk-İslam Sentezi”diye tanımlanan yönetim felsefesi günümüzde bir üst aşamaya taşınmış durumda. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”sine nasıl gelindiğinin en kısa özeti bu.
Dolayısıyla Yeni Türkiye, sermaye düzeninin vahşi kapitalizm aşamasına taşındığı, cumhuriyet rejiminin hanedanlık sistemine dönüştüğü, emekçi halk için de “modern kölelik” döneminin geleceği anlamındadır. Karşı devrimci zihniyetin iktidar olduğu Türkiye’de, önce 50 yıllık bir mücadelenin ardından işçinin kazanılmış hakları bile elinden alındı. İnsanı din yoluyla köleleştirmenin bir arayışı da olan bu zihniyet, çıkardığı “Yeni İş Yasası” ve "C-4"ler ile işçi sınıfına, uyguladığı tarım politikasıyla köylüye, sosyal güvenlik yasasıyla da emekliye ve tüm yurttaşlara “modern köleliği” dayatıyor.
Bugün toplumda yurttaşlar "sosyal haklarım olmasın, sigorta filan da istemiyorum, asgari ücrete de razıyım, yeter ki bir işim olsun" diyecek duruma getirilmişlerse, bunun adı "kölelik" değilse nedir?
Ama bunda şaşılacak bir şey yok! İnsanlar, “insanca yaşama hakkı”nı yanlış kimselerin lütfuna bıraktıkça, paylarına sadece kulluk ve kölelik düşer…
Ama tarih boyunca insanlığın verdiği ve halen de sürdürmekte olduğu bu mücadeleye, ezilen ile ezen arasındaki mücadele damgasını vurmuştur her zaman.
Çağlara göre yeni ve değişik biçimler kazanan bu mücadele, ilk çağdan günümüze kadar uzayıp gelir. Bu mücadelenin güzergahı "uygarlık tarihi", temeli ise: “insanlık onuruna yaraşır bir yaşam” arayışıdır…
İnsanlığın en büyük aşağılanmayı yaşadığı dönem, köleliğin yeryüzüne yayılmasıyla birlikte başlar. Uygarlık tarihinde insanlığın verdiği ilk onurlu mücadele, ilk kutsal başkaldırı da, insanların köleleştirilmesine karşı gösterilen başkaldırı olmuştur. Büyük Roma İmparatorluğu döneminde İsa’nın Hıristiyanlığı yayması, köleci düzene bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. Arap dünyasında ise Muhammed’in İslamiyet’i yaymaya başlaması, yine köleliği ortadan kaldıran nitelik ve anlam taşır.
Özellikle Hz. İsa’nın da, Hz. Muhammed’in de verdikleri mücadelelerde vurguladıkları en temel anlam; insanın insana olan köleliğinin sona erdirilmesini hedefler. Örneğin; köleliğe karşı tarihteki ilk başkaldırı, Spartaküs isyanıdır ki İsa’nın Hıristiyanlık dinini yaymaya başlaması da bu dönemin hemen ardından gelir. Bilindiği gibi, kendi efendiliklerinin sona ermesini istemeyenler, tıpkı Spartaküs ve adamlarına yaptıkları gibi İsa’yı da çarmıha gerdiler...
İsa’nın da, Muhammed’in de vurguladıkları en önemli ve anlamlı olay; bütün insanların eşit olduğu, insanın insana kul, köle olamayacağı, yalnızca Tanrı’ya kulluk, kölelik edebileceği… şeklindedir. Örneğin, ezanı ilk okuyan kişi Bilali Habeş'in bir zenci olması, insanlığa verilen bir mesaj niteliği taşıması bakımından da anlamlıdır.
Amerika, Birleşik Devletler haline gelmeden önce de, kendisini bu sürece getiren gelişme Kuzey ve Güney çatışmasıdır. Kuzey Amerika’nın, köleciliği savunan Güney’e karşı elde ettiği zafer sonucunda Birleşik Devletler doğmuş ve köleci düzene son veren Abraham Lincoln’ün konutu, bugünkü gibi “Beyaz Saray” adını almıştır.
Uygarlık tarihine yön veren insanoğlunun, insanca ve onurlu bir yaşam için verdiği mücadelesi ve kavgası hiç bitmiyor, bugün de sürüyor hala. Köleci düzenin ortadan kalmasından sonra ezenle-ezilenin ilişkisi ve niteliği de değişti çünkü. Bu kez rengi siyah olanlar yerine, ortaçağda yoksul tabakanın ve köylülerin köle haline getirildiği görüldü. Feodal sistem ve derebeylik düzeni, köylü kesimi köle gibi bir yaşama zorladı. Yeni Çağ’a doğru, tarihe damgasını vuran da, köylü isyanları oldu hep. Yüzünü bilime dönen, yeni bilimsel buluşlarla birlikte teknoloji ile buluşan Batı dünyası, bu çatışmaları da aşarak geride bıraktı. Kiliselere de bir başkaldırı olanFransız İhtilali, bu süreçte insanlığın en önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Ama bu kez ortaya çıkan kapitalist düzen, bir avuç egemen için hemen köleleştirilecek yeni bir “hedef kitle” daha yarattı. Bu kez köylü kesim yanı sıra ayrıca “işçi sınıfı” köleleştiriliyordu. Batı’da böylelikle işçilerin sendikal mücadeleleri 18. yüzyılda tarihe damgasını vurmaya başladı. 1 Mayıs İşçi Bayramı, işte bu süreçteki sınıf mücadelesinin doğurduğu en anlamlı örneklerden biri.
20. yüzyılın başlarında gelişen emperyalizm, bu kez ise az gelişmiş ülkeleri sömürme yolunda, halkların köleleştirilmesini gündeme taşıdı. Bu kez de çağa damgasını vuran, özgürlük, bağımsızlık ve ulusal kurtuluş savaşları oldu. Sermaye düzenini temsil eden kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizmin dünyaya dayatmaya çalıştığı bu politikaya karşı önce Ulusal Kurtuluş Savaşı olarak başlayan ve Ulusal Demokratik Devrim olarak şekillenen bu savaşlar, giderek “Sosyalist Devrim”ler sürecine dönüştü.
Karşısında kendine alternatif olarak şekillenip gelişen, giderek dünyanın neredeyse diğer yarısını da kontrolü altına alacak kadar da büyüyüp, caydırıcı bir güç halinde dev gibi yükselen sosyalist sistemi boğmak için “yeşil kuşak” projesini devreye sokan emperyalist sistem, 20 yüzyılın sonunda, 21. Yüzyıla adım atılırken bu kez de “küreselleşme” politikasını dünyaya dayatmaya başladı. Çünkü, bir yandan politik ve ekonomik ambargo, diğer yandan da “yeşil kuşak” projesi ile tam anlamıyla ablukaya alınan sosyalist sistemin artık nefes alamaz hale geldiği süreçte başlatılan karşı devrimci ayaklanmalarla kapitalist sistemin karşısında alternatif olarak gelişen sosyalist sistemde bir çöküş yaratmayı başarmışlardı.
Artık bundan sonraki hedef; kapitalizmi ve sembolü olduğu sermaye düzenini “alternatifsiz tek düzen” imiş gibi tüm dünyaya dayatmak olacaktı. İşte bu aşamadaki politikaya ise “küreselleşme” dendi. "Yeşil kuşak" projesi ise "küreselleşme" politikası içinde artık "Büyük Ortadoğu" projesine dönüşüyordu.
İslam dünyasında ise, insanın insana köleliği 4 Halife Devri’nden sonra, halifeliğin babadan oğula geçtiği dönemle gelen “hanedanlık” düzeniyle birlikte yeniden başladı. İslam dininin köleliğe karşı bir tavır takınmasına karşın, halifeliğin babadan oğula geçtiği hanedanlık döneminin başladığı dönemde bu kez din yoluyla, bu kez de insanın düzene köleliği sağlanıyordu. “Şeriat”ın taşıdığı bir anlamsa, insanın köleliğinin devamı için bu kez de dinin bir araç olarak kullanılmasıydı.
Türkiye, bu süreci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ardından gerçekleşen Cumhuriyet Devrimleri ile aştı. Köylü, "milletin efendisi” olarak görüldü. İşçilerin sendikalaşma süreci hızlandı...
Ama sonrasında, Marshall ve Truman yardımları ile dışa bağımlı şekillendirilen kapitalist ekonominin sermaye düzeni, ardından İMF ve Dünya Bankası güdümündeki ekonomi ve politika, sonrasında da “küreselleşme”nin güdümünde şekillendirilen “Türk-İslam Sentezi”diye tanımlanan yönetim felsefesi günümüzde bir üst aşamaya taşınmış durumda. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”sine nasıl gelindiğinin en kısa özeti bu.
Dolayısıyla Yeni Türkiye, sermaye düzeninin vahşi kapitalizm aşamasına taşındığı, cumhuriyet rejiminin hanedanlık sistemine dönüştüğü, emekçi halk için de “modern kölelik” döneminin geleceği anlamındadır. Karşı devrimci zihniyetin iktidar olduğu Türkiye’de, önce 50 yıllık bir mücadelenin ardından işçinin kazanılmış hakları bile elinden alındı. İnsanı din yoluyla köleleştirmenin bir arayışı da olan bu zihniyet, çıkardığı “Yeni İş Yasası” ve "C-4"ler ile işçi sınıfına, uyguladığı tarım politikasıyla köylüye, sosyal güvenlik yasasıyla da emekliye ve tüm yurttaşlara “modern köleliği” dayatıyor.
Bugün toplumda yurttaşlar "sosyal haklarım olmasın, sigorta filan da istemiyorum, asgari ücrete de razıyım, yeter ki bir işim olsun" diyecek duruma getirilmişlerse, bunun adı "kölelik" değilse nedir?
Ama bunda şaşılacak bir şey yok! İnsanlar, “insanca yaşama hakkı”nı yanlış kimselerin lütfuna bıraktıkça, paylarına sadece kulluk ve kölelik düşer…