“Gediz siyah akarsa…” diye parantez açarak başladığım yazı dizisi boyunca yaşadığımız toprakların dünyanın en bereketli 7 tarım harikasından biri olduğu gerçeğini, son yazıda da “doğanın bizlere bir armağan diye sunduğu asıl cevher Gediz Havzası’dır” sözleriyle vurguladık.
Akla şöyle bir soru gelebilir yine de: Acaba bizler mi çok cahiliz de bu yüzden nikelin kıymetini anlayamıyoruz? Ve yine bu yüzden sülfürik asitin çevreye ve insana zararlı olduğu gibi yanlış bir fikre mi saplanmışız?
Bu sorunun cevabını bulmak için Turgutlu'nun başına bu vahşi madencilik belasını saran European Nickel şirketinin Türkiye’ye gelmeden önce Avrupa ve Balkanlardan nasıl ve neden kovulduğunu hatırlayalım. Bu ülkelerden biri olan Arnavutluk, İstanbul kadar bile değil. İstanbul kadar nüfusu bile olmayan dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan Arnavutluk, dolayısıyla ekonomik girdileri çok sınırlı ve fazla olmayan bir ülke. Eğer nikel ülke ekonomileri ve insanlık için bu kadar değerli ve elzem bir cevher ise bu küçük ülke yeraltındaki bu değeri bir zenginlik olarak görüp değerlendirmek, ekonomisini ve halkını ihya etmek istemez miydi? Ama 2002 yılında bu maden şirketini kovmuştur.
Bir başka örnek Sırbistan’a bakalım. İç savaştan henüz yeni çıkmış, hala savaş yaralarını sarmakla meşgul olan Sırbistan, Lipovac ve Mokra Gora bölgesinde toplam 200 milyon ton üzerindeki nikel rezervine sahipken, savaştan harap olmuş ekonomisini düzeltmek adına böyle bir imkanı değerlendirmek istemez miydi? Ama 2004 yılında Sırbistan da nikel madenciliği macerasını European Nickel şirketini topraklarından kovarak sona erdirmiştir.
Ama yine de şöyle soralım: Turgutlu’daki 38 milyon ton ve Gördes’teki 31 milyon ton nikel rezervi Sırbistan’daki nikel rezervinden daha mı çok, yoksa daha mı değerli? 69 milyonun 200 milyondan daha büyük olmadığını hepimiz biliyoruz. Daha değerli olmadığını da bizzat European Nickel şirketinin o dönemki genel müdürü Simon Purkiss, 18 Kasım 2004 tarihli basın açıklamasında "Mokra Gora yatağındaki cevherin Çaldağı cevherlerinden çok daha çabuk solüsyona geçtiği, yatağın çok büyük gelecek vaad ettiği ve çok iyi bir jeolojiye sahip olduğu" sözleriyle açıklıyor…
Kendi coğrafyamızdan biraz uzaklaşalım şimdi de ve dünyanın diğer uzak ülkelerine de bir göz atalım, bakalım nikel madenciliğinde veya madencilikte sülfürik asit kullanımına ve bizim kıymetini bilmediğimiz şu nikele karşı bu bölgelerde neler oluyor? Daha çarpıcı bir örnek olması açısından ve bizi çok yakından ilgilendirecek bir ayrıntıyı içermesi bakımından Filipinler’e doğru bir uzanalım. 11 Aralık 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin de haberinde olduğu gibi, European Nickel Şirketi Genel Müdürü Rob Gregory’nin“Turgutlu Çaldağı’ndan vazgeçeceklerini” söyleyip, projelerinin ağırlığını kaydıracaklarını belirttiği Filipinler’e bir bakalım. Peki bu haberden yaklaşık 1 yıl sonra Filipinler’de neler oluyor?
İşte Filipinler’den 05 Ekim 2011 tarihli bir haber: AFP’nin bilgilerine dayanılarak yapılan ve www.inquirer.net adlı sitede de yayımlanan haber “Nikel madenlerine saldırı” başlığı ile yer alıyor. Haberde ise; "Surigao del Norte’de üç madene yapılan saldırı sonucunda, Nickel Şirketi’nin izabe tesisi ve konukevinden başka, 132 damperli kamyon, 22 backhoe kepçe, dokuz duba, iki vinç, iki buldozer, bir kompaktör ve bir greyderin de saldırıyı gerçekleştiren 300 dolayında kişi tarafından ateşe verildiği"belirtiliyor. Habere göre, nikel maden işletmelerine yönelik yapılan bu baskın ve saldırı öylesine geniş etkili ve yankılı olmuş ki, Filipin hükümeti adına açıklama yapan başkanlık danışmanı Teresita Deles, açıklamasında ülke barışı adına endişelerini dile getiriyor.
Şu ayrıntıya da dikkat çekelim: Filipinler, ülke ekonomisi dünyanın en kötü ülkelerinden ve üçüncü dünya ülkesi diye de tanımlanan ülkelerden biridir. Projelerinin “amiral gemisi” olarak gördükleri Çaldağı’ndan vazgeçebileceklerini söyleyen European Nickel şirketinin “Eğer Türk hükümetinden istediğimiz izinleri kısa zaman içinde alamazsak” diye diplomatik baskı yapıp da, gidecekleri yer olarak gösterdiği adres. Ama işte gittikleri Filipinler'de nikel madenciliğine ve sülfürik asit kullanımına karşı bunlar oluyor. Yani üçüncü dünya ülkesi olan Filipinler’de bile halk ve halk adına hareket ettiğini söyleyenler nikel madenciliğine ve sülfürik asit kullanımına geçit vermiyor.
Veya bu üçüncü dünya ülkesinden ayrılıp, dünyanın uygarlık merkezi olan Avrupa’ya tekrar bir göz atalım. Çok geriye gitmeden, 2013 yılında Avrupa’da neler olup bittiğine bakalım. Önde gelen haber sitelerinden olan SETimes’in haberine göre; Bosna-Hersekcivarındaki Visegrad belediyesinde halk, getirilmek istenen nikel maden işletmesine karşı ayakta ve günlerdir protesto gösterileri yapıyor. Saraybosna Jeoloji Dairesi'ne göre, Visegrad yakınlarındaki Vardiste bölgesinde en az 200 milyon ton nikel rezervi bulunuyor. Ama direnenler "Nikel herhangi başka bir cevherden 100 kat daha zehirli. Birileri kâr elde edecek diye güzel beldemizin çöle dönüşmesine izin vermeyeceğiz" diyor.
Balkanlar'da henüz nikel madenciliği yapılmamasına karşın, uzmanlar dünya üzerinde nikel madenciliği yapılan ülkelerde çevre felaketleri yaşandığı konusunda uyarıyor.Öte yandan, Finlandiya'daki Talvivaara'da nikel madeninde meydana gelen zehirli bir sızıntı büyük bir çevre felaketine yol açtı. Sonuçta devlet tarafından bu işletme süresiz olarak kapatıldı.
Demek ki dünyanın gerçeği şu: Nikel madenciliği ve sülfürik asit kullanımına, vahşi madenciliğe karşı bütün dünya direniyor! Gelecek yazının konusu da “Peki nikeli kim, neden istiyor?” sorusunun cevabı olacak. Hem de çarpıcı bilgilerle.
Sonraki yazı: İşte gerçek: nikeli kimler, neden istiyor?