Telefondaki ses aynen şöyle diyordu:
— Gediz simsiyah akıyor ya!!!
Derinden gelen endişesini saklayamayan bir ses tonu ile konuşuyordu. Kendisinin avcı olduğunu söylüyordu. 8 Aralık Cumartesi günü Gediz Nehri’nin simsiyah akan halini görmesinin nedenini de bu şekilde açıklıyordu. Ve yine aynı endişeli ses tonuyla soruyordu:— Peki ne olacak bu işin sonu böyle, bu gidişat nereye varacak?
Bir süre sohbet ettik telefonda. Genelde tavrım endişe içinde olanları rahatlatmaya çalışmak olur. Ama bu konuda bunu hem başarabilmek çok zor, hem de denemeye çalışmak bile abes olurdu doğrusu. Çünkü bu konu benim neredeyse 20 yıldır takip ettiğim konulardan biri. Bunca zaman içinde ne vaadler, ne sözlere tanık olmuşum. Gediz Nehri böyle simsiyah akarak sizi uyandırıyor işte. Peki ama Gediz Nehri siyah akarsa eğer, bu ne anlama gelir?
Bu nedenle de telefondaki avcı ile sohbetimiz bir mantık üzerine oldu. O mantık da şuydu: Problemin çözümünü o problemi yaratanların kendisinden bekleyebilir misiniz? Problemi yaratan zihniyet, kendi anlayışının problem yaratıcı olduğunu inkar ettiği sürece anlayışını değiştirmeyeceği için, problemin çözümünü de üretemeyecektir. Bu durumda çözüm için siz problem üretenleri değiştireceksiniz...
“Gökyüzü ağlamazsa, yeryüzü gülmez.” Böyle der büyüklerimiz.
Bu gözyaşlarını biriktiren dağlar, doğa anamızın kalbi gibidir. Kalbimiz nasıl kan pompalıyorsa vücudumuza, dağlar da akarsuları pompalar vadilere, ormanlara…Gökyüzünden gelen hayat, tüm canlılara akarsularla taşınır. Su, ulaştığı her noktaya can verip tekrar gökyüzüne döner. Doğa, kusursuz bir beden gibi çalışır. Bu bedeni var eden, suyun ta kendisidir.
Anadolu... Bu kusursuz döngünün bir nakış gibi işlediği benzersiz topraklar. İki kıtanın, sayısız canlının, binlerce kültürün geçiş noktası. Kuzeyinde, topraklarını doğudan batıya kateden Karadeniz dağları. Güneyinde, Afrika’dan gelen sıcak, bunaltıcı havaya siper olan Toroslar. Ve ortasında uzanan geniş, yüksek Anadolu düzlüğü… Doğudan batıya uzanan sıradağlar, Anadolu’da 3 farklı iklim kuşağını oluşturur. Ve binlerce canlıya ev sahipliği yapar. Tüm Avrupa’da 12 bin bitki türü yaşarken, bu sayı sadece Anadolu’da 10 bindir. Ne var ki; bu zenginliğe can veren su kaynaklarımız her geçen gün tükeniyor. Yanlış su politikaları nedeniyle Anadolu artık su fakirliği sınırında. Tüm doğal zenginliği bu çok hassas su dengesine bağlıyken, denge bozulmak üzere. Ve biz hâlâ suyu nasıl kullanacağımızı öğrenmeye çalışıyoruz…
İşte Gediz Nehri! Her geçen gün biraz daha ölüyor. Senelerce önce başlayan, giderek sıklıkla rastlanır olan balık ölümleri ile vermeye başlamıştı ilk haberi. Sonra suyu ile tarlasını sulayan çiftçilerin ellerinde bilinmez yaralar oluşmasıyla bir başka şekilde duyurmaya başladı taşıdığı hastalığın bulaşıcı olduğunu. Yaşadığımız toprakları, kendi adıyla anılan Gediz Havzası’nı dünyanın birinci sınıf tarım toprağına, dünyanın 7 harika tarım bölgesinden biri haline getirenGediz Nehri, bugün can çekişiyor artık. Onlarca yıldır sanayi tesislerinin kimyasal atıklarıyla zehirlenen Gediz Nehri, 6 Aralık günü yağan yağışların ardından 7 Aralık’ta bir avcının gözüyle simsiyah akıyor artık.
Bir nehir ki, bulunduğu vadinin hayat damarı demektir. Bir canlıyı besleyen hayat damarı eğer zehirlenirse, bunun anlamı ne demektir? Peki Gediz siyah akarsa? İşte bu soru, uzunca bir süredir ara verdiğim, bir süredir yeniden başlamayı tasarladığım yazılarım için yeniden bir parantez açmama karar vermeme yetti. Gediz siyah akarsa diye başlayıp bir yazı dizisi formatında sürdürmeyi düşündüğüm bu yazının sonraki bölümünde bu nedenle Gediz Nehri’ni tanıtacağım. “Gediz siyah akarsa” sözünün anlamını daha iyi kavrayabilmek için…
Sonraki yazı: Su çürüdü toprak küstü