TEMA Vakfı kurucusu ve onursal başkanı Hayrettin Karaca’nın “Kapitalizmin karşısında ideolojiden daha büyük bir düşman var, o da doğa” şeklindeki sözleri çok anlamlı.
Ama bu konu “ideolojisiz olmayı tercih etmek” gibi bir anlam taşımıyor tabii. Yani, böylesine gözü dönmüşçesine saldırgan hale gelmiş bir vahşi kapitalizm doğaya bile aykırı. Vahşi kapitalizm karşısında “doğa”yı ideolojiden bile daha büyük bir düşman olarak tanımlamak, çevreci mücadelenin ve çevre konusunun “siyasetlerüstü bir konu” olarak algılanması gerektiğini fark edebilmek için anlamlı. “Doğa” veya “çevre” tüm insanların ortaklaşa bir yaşam sürdüğü, aynı havayı soluyup, aynı suyu içtiği, aynı toprağın ürünü ile beslendiği bir “ortak yaşam alanı” olduğuna göre; herkesi, her görüşten insanı ilgilendiriyor çünkü.
Bugün ise vahşi kapitalizm, aşırı kâr hırsı ile başlattığı bu gözü dönmüşçesine azgın saldırganlığını “yeni madencilik yasası” ile de tüm insanların paylaştığı bu ortak yaşam alanlarına kadar getirip dayandırmış durumda. Bu nedenle çevreci mücadele, içine her türlü düşünceyi ve her siyasi yapıyı kucaklayabilecek nitelikte bir çizgiye taşınması ve siyasetlerüstü bir kulvarda sürdürülmesi gerekli bir mücadeledir.
Madencilik yasası değil, yağma yasası
Bu durumu bir de bizdeki “madencilik yasası”nın ne tür bir yasa olduğunu tanımlayarak açıklayabilmek mümkün. Bizdeki madencilik yasasını “madencilik yasası” diye tanımlamanın çok zor olduğu ortada. Bizdeki madencilik yasası, aslında “ülkemizin yeraltı zenginliklerinin yabancı devletler ve emperyalist maden şirketleri tarafından soyulup sömürülmesini yasal hale getiren bir düzenleme” sadece.
Ama “küreselleşme” adı altında dünyanın efendilerinin dayattığı istekler bu kadarını yeterli görmediğinden, bu kez “yeni madencilik yasası” adı altında çıkartılan yasa ile tam bir orman ve çevre talanı yaşatacak şekilde, tüm yeraltı zenginliklerimiz için bir “yağmalama” dönemi başlatılmış oluyor. “Yağma yasası” olarak tanımlanabilecek, daha tasarı halindeyken bile pek çok ağır eleştirilere ve tepkilere neden olan “yeni madencilik yasası”, Metalürji Yüksek Mühendisi, İTÜ Öğretim Görevlisi, TEMA Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İsmail Duman’ın deyişiyle ise “dünyanın en kötü örneklerinden biri.” Öte yandan bugünkü madencilik yasası ile tüm yeraltı zenginliklerimizin özellikle "yabancılar" ve "yandaşlar" için tam anlamıyla bir "yağmalama"ya açıldığı da görülüyor.
Çaldağı'nda katliam var!
Çaldağı'nda katliam var!
Çaldağı örneği ise, günümüzde vahşi madenciliğin insan yaşamını da tehdit edercesine ne kadar gözü dönmüş ve saldırgan bir aşamaya geldiğini anlamaya tek başına yetiyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmasına izin verilmeyen bir maden işletmesine ve tüm Gediz Vadisini çöle çevirebilecek bir tehlike potansiyeline sahip bir projeye gözü dönmüş bir kâr hırsı nedeniyle “dünyada ilk kez Türkiye’de” izin verilmeye çalışılıyor. Türkiye’de yapılan bugünkü madenciliği tanımlamak için söylenen “vahşi madencilik” deyimi de Çaldağı örneğinin incelenmesinden türetildi zaten.
Bu nedenle bizler bu vahşi madencilik anlayışına karşı çevreci mücadelede Çaldağı mücadelesi ile saf tutarken, insanlık adına da onurlu bir mücadele tohumlarını ekmeye çalışıyoruz. Öte yandan bizim yapmaya çalıştıklarımızı ve tüm çabalarımızı “doğanın kendini savunma ve koruma refleksi” diye de açıklayabilmek mümkün. Yani bizler de en büyük canlı olan doğanın birer parçası olduğumuza göre…
Bu vurgulama da, Hayrettin Karaca’nın yukarıdaki sözlerinin bir başka açılımı olabilir…
Sonuçta; çevreci mücadelenin bitmesi, özellikte bir tarım cenneti olan Türkiye'nin de bitmesi anlamına gelecek. Öyleyse, vahşi madenciliğe karşı mücadele geliştirilmelidir..