"Bilinmeyen"e “gizemli” tanımlaması ve yakıştırması yapmak psikolojik bir eğilimdir. Olaylar ve kavramlar üzerindeki gizem, ancak bilimsel ve titiz bir araştırma sonucu ortadan kalkar ve aydınlık ortaya çıkar. Bu tür gizemleri aydınlatacak olan ancak “bilgi”dir. Bilgi, öylesine kutsal bir değer ki; ulaşılmasının çok güç olduğu ortamlarda son derece kıymetli bir hazine gibidir. Gizemli bir dünyada yolumuzu aydınlatacak, bilgi ile tanıştıracak en önemli kılavuz, bilimdir! Eksik bilgi, her zaman "yanlış bilgi"dir.
Uğur Mumcu'nun en çok sevdiğim saptamalarından birisi de, "bir konu hakkında fikir sahibi olmadan önce, o konu hakkında bilgi sahibi olmak gerekir" sözüdür.
Çünkü; bölük pörçük bilgilerle, ortalıkta bir fikir sahibi imiş gibi dolaşmak kadar insanı daha gülünç hale düşüren bir şey yoktur kanımca. Son zamanlarda bu tür karakterler öylesine çok türemiş durumda ki, adeta tüm çevremiz ve hayatımız böyleleriyle kuşatılmış gibi. Öyle ki, hemen her yerde rastlamak mümkün böyle karakterlere. Gazete köşelerinden, TV ekranlarına, siyaset sahnesinden, Meclis kürsüsüne kadar... Bilgi kirlenmesi denilen şey, aslında biraz da bu manzara ile ilgili değil mi?
Son zamanlarda kendi kendilerini "aydın" ilan eden veya böyle bir sıfat sahibi olabilmek için bir yerlere sipariş verenler de çok günümüzde. Fransızca kökenli, "aydın" anlamına gelen "entellektüel" sıfatı, son yıllarda doğrusu biraz da bu yüzden çok fazla hovardaca kullanılır oldu. Hiç bir konuda yeterli bilgisi olmadığı halde, sanki her konuda bir fikir sahibi imiş gibi davranan ve hemen her konuda ahkam kesen bu insan tipleri gereğinden de fazla türedi. Ama, bu karakterlerle alay etmek anlamında kendilerine "entellektüel" demek yerine, bu sıfatın sadece "entel" kısmını lâyık görmemiz biraz da bu anlamdadır.
"Konuşan Türkiye" isterken, deyim yerindeyse, "ağzı olan konuşuyor" durumuna da geldik.
Bunun bir nedenini; ülkemizdeki gerçek aydınların birer ikişer yok edilerek, meydanın bu şekilde boşaltılmasıyla açıklıyorum.
Türkiye'yi karanlığa mahkum etmek isteyenler, bugüne kadar öncelikle ülkenin aydınlık seslerini ya kısmak ya da susturmak çabası içinde oldular. Karanlık dünyamızda bize aydınlık sunan tüm ışıkların birer ikişer söndürülmesi gibi bir durum bu. Toprağa gömülen her aydınla birlikte, Türkiye de bir adım daha karanlığa gömüldü.
Aydınlarına yaşattığı dramdan sonra, bugünkü karanlığa mahkum edilen Türkiye, şimdi gecenin sembolü olan ampulun iktidarını yaşarken, ortalığın da sahte aydınlar ve enteller tarafından kaplandığı bir süreci yaşıyor. İşte böyle bir manzarada, Türkiye'de cehalet tek başına iktidar olabiliyor, bilim ve akıla karşı savaş açılıyor.
Eğer bir toplum, bugüne dek "Hayatta en hakiki mürşit bilimdir" diyen dünyadaki tek lider olan Mustafa Kemal gibi bir lidere sahipken, bilimi bu kadar dışlayabiliyorsa, bilgi sahibi olanlar yüreksizlikleri nedeniyle cahiller tarafından yönetilmeye razı olabiliyorsa, o toplum büyük yıkımlar yaşamaya doğru sürükleniyor demektir.
Şu koskoca dünyada "düşünen adam" heykelini akıl hastanesine diken tek ulus olmamıza bu yüzden şaşmamak gerek belki de. Bu küçük ayrıntı, toplumun bugün yaşamakta olduğu dramın nedenini, yani çok büyük bir gerçeği sembolize ediyor:
Demek ki bizde düşünen insanın heykeline bile tahammül yok!
Ya onun canlısına, konuşanına, yazanına, çizenine bugüne dek neler neler yapılmadı ki? Bütün örneklerin hepsini de biliyoruz. Olup biten herşeyin tanığıyız.
Herşey biraz da gözlerinizin önünde olmadı mı aslında?
Bugüne dek bütün bunları sanki bir film izler gibi izlemediniz mi?