İşte o fıkra!
"Yarın sıra size de gelebilir" başlıklı geçen yazımda, İlhan Selçuk’un komplo kurularak tutuklanma istemiyle gözaltına alınması olayına değinmiştim. “Sanki bir film izlermiş gibi, olup biteni sessizce izler durumda kaldığınız sürece, belki yarın sıra size geldiğinde, çok geç kalmış olabilirsiniz” sözlerinin ardından yazımı “Tıpkı o ünlü Alman fıkrasında olduğu gibi” cümlesiyle bitirmiştim.
Bu bir hafta süre içinde, bu fıkrayı merak edenler çok olmuş doğrusu. 
Aldığım mailler ve telefonlar yanı sıra, karşılaştığım bazı dostların da genel isteği üzerine, bu yazımda bu fıkrayı açıklamak istiyorum.

Fıkra diye anlatılıyor belki, ama bu olay aslında yaşanmış gerçek bir olay. 
1940’lı yıllarda, Hitler faşizminin yaşandığı günlerde Almanya’da geçer olay.
Olayın kahramanı ise sıradan, suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye pek karışmayan bir kişidir.

Hitler iktidarı tarafından, kendisine karşıt olanlara karşı müthiş bir gözdağı, saldırganlık ve dehşet verici işkenceler döneminin başlatıldığı günlerdir. Çeşitli bahanelerle insanlar gözaltına alınıyor, asılsız suçlamalarla tutuklanıyor, çoğu ya gözaltında kayboluyor ya da toplama kamplarına gönderiliyor. Bu sade vatandaş ise, olup biteni sessizce, bir film izler gibi izlemeye devam eder.

Bir gün yanı başındaki komşusunu alıp giderlerken de, “Aman bana ne, o zaten komünist. Onların derdi komünistlerle” deyip, kafasını başka yere çevirir. Bir başka gün, diğer komşusunu alıp giderler. O zaman da bu sade vatandaş, “O da zaten sosyalistti...” diye düşünüp, yine sesini çıkarmamaya karar verir. Sonra solcu komşularını toplamaya başlarlar. Ama bizim sade vatandaş, olun bitene hep gözlerini kapamaya devam eder. Aradan geçe bir süre sonra, bu kez de üst kattaki komşusunu alıp giderler. Bizim sade vatandaş yine bir ses çıkarmaz, “Aman canım, o da sendikacı...” diyerek, olup bitenlere karşı kayıtsız tavrını sürdürür.
Ama bir gün karşı komşusunu alıp gittiklerinde, biraz düşünmeye başlar. Çünkü bu kez alıp götürdükleri kişi bir demokrattır. “Demek ki şimdi sıra demokratlara geldi” diye düşünür ama, yine de, “Canım vardır bir bildikleri herhalde” diye bu olaya da kayıtsız kalmaya zorlar kendini...
Önce komünistler, sonra sosyalistler, ardından da solcular, sendikacılar, demokratlar derken… artık Hitler yanlısı olmayan herkesin sorgusuz sualsiz alınıp götürülmeye başlandığı günlere gelinmiştir. Adeta herkes büyük bir gözaltında gibidir. Bizim sade vatandaş, aslında bir çeşit korku içinde yaşamaktadır, ama yine de “Artık uğraşacakları kimse kalmadı, kendilerine karşı olan herkesi alıp götürdüler” diye düşünerek, bir şekilde kendisini rahatlatmaya çalışmaktadır... 
Bir gün, hiç beklemediği bir anda kapısı çalınır.
Açıp baktığında, karşısında SS subaylarını bulur. Ne için geldiklerini anlamıştır, ama sıranın şimdi kendisine geldiğini bir türlü aklı almamaktadır.
Kendisini götürürlerken, “Durun, hayır, yanılıyorsunuz, ben sade bir vatandaşım” diye itiraz etmeye çalışır. Ama dinletemez. Etrafına bakınıp, komşularından kendisinin etliye sütlüye karışmayan, dürüst, namuslu ve sade bir vatandaş olduğuna tanıklık edip bu olaya itiraz edecek birilerinin çıkmasını bekler.
Ama hiçbir yerden hiçbir ses çıkmaz.
Çünkü artık ses çıkaracak hiç kimse kalmamıştır…
 
İşte fıkra böyle.
Peki, bizde de aslında bugüne kadar her şey böyle gelişmedi mi?
12 Mart ve 12 Eylül darbelerini hatırlayın. Önce komünistler, sonra sosyalistler,
sonra da sol olan her şeye yönelik saldırılar olmadı mı? 12 Eylül’ün mimarı Kenan Evren, solcuları kastederek “Bunların hepsinin köküne kibrit suyu dökeceğiz” demedi mi? Erdal Eren gibi suçsuz yere ve yaşı 18 bile olmayan bir çocuk idam edilmedi mi? 
 

12 Eylül’ün Türkiye’de solun üzerinden bir silindir gibi geçmesinin ardından ise, sıra aydınlara geldi. Uğur Mumcu gibi, Bahriye Üçok, A. Taner Kışlalı ve daha sayabileceğimiz pek çok aydın, düşünür, bilim adamı gibi. Şimdi sıra Kemalistlere, laiklere ve yurtseverlere mi geldi?

Nereden mi belli? Sivas katliamını gerçekleştirenlerin attıkları sloganlar hala hafızalarda. Ve o katliamı gerçekleştiren zihniyettekilerle, şimdi iktidarda olanların, bir zamanlar aynı yollarda beraber yürüdükleri de.

 

İsterseniz yine hafızanızı yitirmiş gibi davranıp, olup biten her şeye göz yumup, kulak tıkayın ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle yaşamınızı sürdürmeye devam edin. Ama bilin ki, yaşam sadece gözlerinizin önünden kayıp geçmiyor, avucunuzun da içinden çekilip alınmaya çalışılıyor. Her gün üzerine bastığınız şu toprağın da ayağınızın altından çekilip alınmak istendiği gibi…

8 Nisan 2008


0 Yorum - Yorum Yaz