DEYİMDEN GERÇEĞE
 

Bazı deyimler vardır ki; bulundukları yöreye ve bölgeye, ülkeye göre oldukça derin ve bir o kadar da ilginç bir anlam taşır. Kimi deyimlerin ise kendi başına bir anlam taşımaktan da öte, öyküleri bile yer alır. 

Deyimler hakkındaki bir başka gerçek de, ortaya çıktığı anda mutlaka bir gereksinme duyulması nedeniyle üretilmiş olmasıdır. 

Bugün bile dilimize yerleşmiş olan pek çok deyim, kendisine duyulan gereksinim sonucu üretilmiş ve belirli bir tarihsel sürece ilişkin insanların veya toplumların davranışlarını anlatan bir içeriğe sahip olduğunu yansıtır. 

Günümüzde dilimize yerleşmiş, günlük hayatımızda hemen her zaman ama bilinçli, ama bilmeden ve kimi zaman da salt bir alışkanlık gereği farkında olmadan kullandığımız  pek çok deyim var Türkçemizde. Ve bu deyimlerden pek çoğu Turgutlu’da da kullanılıyor.

Deyimlerle ilgili bir başka ayrıntı ise,
her birinin de belirli bir tarihsel sürece ve o sürecin özelliğine göre üretilmiş olmaları. Bunun yanı sıra bazı deyimler de vardır ki; salt bir bölgeye veya yöreye özgüdür. Orada doğmuş, orada gelişmiştir ve sadece o yöre ve bölgede kullanılmaktadır.

Turgutlu’da da böyle yöresel deyimler var.
 Yani sadece Turgutlu’da kullanılan, Turgutlu’da doğmuş ve  Turgutlu’ya ait deyimler. Bu arada Anadolu halkının kullandığı pek çok deyim de yine Turgutlu halkının günlük diline yerleşmiş.

İşte bu deyimlerden biri ve ilçede en çok kullanılanı da, (günümüzde hala kullanıldığı için) “pabucunun dama atılması” veya “pabucunu dama atmak” deyimi.  

Bunun gibi daha pek çok deyim var, ama ortaya çıktığı tarihsel dönemin özelliklerini ve nasıl ortaya  çıktığını anlayabilmek bakımından, “pabucu dama atılmak” deyimini ele almak istiyorum. Bu deyimi seçmemim bir başka nedeni ise, bir öyküsünün olması. “Pabucu dama atılmak” deyimi, Osmanlı döneminde ortaya çıkmış bir deyim. Yaşı epeyce gerilere dayanıyor yani. 

Öyküsü ise şöyle:
Osmanlılar döneminde, eğer esnaftan biri işine kötü niyetle yaklaşırsa, işinde hile yapar, insanları aldatır veya kazıklarsa, meslek ahlakına aykırı davranışlarda bulunursa ya da loncasına aidatını ödemezse yargılanırmış. Bu yargılama da erenlerin ya da şeyhinin huzuruna çıkarılarak yapılırmış. Tabii bu huzura çıkış sırasında, yargılanacak kişi şeyhinin karşısına pabuçlarını çıkarıp, huzurunda bulunmayı karşısında diz çökerek yaparmış. Yargılama sonucunda o esnafın eğer suçu sabit görülürse, ceza olarak pabuçları kendi dükkanının damına atılır, gerekirse de kısa süreli ya da hep dükkanı kapalı tutulur, bazen de sanatından bile uzaklaştırılırmış. 

İşte, bugün artık fazla umursanılmayan, gözden düşen kişiler için kullanmakta olduğumuz  “pabucunun dama atılması” sözü, buradan gelmektedir...
 

 

Turgutlu'da "trampete gitmek" deyimi

Bir de bazı deyimler vardır ki; sadece bir yöreye özgüdür ve o yöreye aittir. Bu mahalli deyimler ülkenin başka hiçbir yerinde kullanılmazlar.

Turgutlu’nun da böyle bir deyimi var.
 Sadece Turgutlu’da doğmuş ve Turgutlu’ya ait olan bu deyim, Türkiye’nin başka hiçbir bölgesinde de kullanılmıyor. Ama geçmiş tarihlerde ve o dönemin koşullarının özgün yapısının yarattığı bir deyim olduğu için de, hayatın içinde koşullar değiştikçe kendisine duyulan ihtiyaç da yavaş yavaş azaldığından, kullanılmaya kullanılmaya unutulup gitmiş. 


Bu söz konusu deyim de “trampete gitmek” deyimi. 1960’lı yıllara kadar kullanılmış bu deyim. Ve oldukça da ilginç bir öyküsü var. Ve bu öyküden doğan bu deyimin, az önce örneğini verdiğimiz “pabucu dama atılmak” deyiminde olduğu gibi, açıklayacağı bazı gerçekler var.

İşgalci Yunan askerleri tarafından kaçarken yakılan ve adeta küle dönüşen Turgutlu’da, kurtuluştan sonra yeniden inşa edilme ve yapılandırma sürecinde, amaç insanların iskan edilmesi olduğundan, şehrin yapılandırılmasında en çok bu konu ön planda tutulmuş. Zaten var olan koşullar da bunu gerektiriyor ve bu olay öne çıkıyor. 

Bu yeniden yapılandırma sırasında bir “şehir mezarlığı” ise çok fazla önemsenmiyor. Nedeni ise; şehrin adeta her yerinin bir mezarlığa çevrilmiş duruma gelmesi. Örneğin; bugünkü Devlet Hastanesi’nin bulunduğu yerin çok eskilerden bir mezarlık olduğu biliniyor. Ayrıca şimdi vatandaşların “Ortapark” dedikleri Atatürk Parkı da, park olarak kullanılmadan çok önceleri bir  mezarlıkmış ve ilçenin bazı yaşlılarının söyledikleri gibi, parkın karşısında bugün Belediye yeni hizmet  binasının bulunduğu, bir zamanlar sinema olan ve çok önceleri de vatandaşlar arasında “eski garaj” olarak bilinen bölümün de bir mezarlık olduğu ileri sürülür. Tabii başka örnekler de sayabilmek mümkün. 

Geçmişte Türk ve Müslümanlar ile gayrı-müslim olanların ilçede bir arada yaşadıkları dönemlerde, birbirinden farklı dil, din ve ırk farkları olmasına karşın, bu insanlar günlük yaşamı ve bu yaşamın bir gerekliliği olarak kültürel, ekonomik ve sosyal olarak hayatı her ne kadar paylaşsalar da, iş mezarlıklara geldiğinde, burada ayrı ayrı mezarlıklar söz konusu oluyor. Çünkü defin işleri mutlaka dini tören gerektirdiğinden ve cenaze törenleri de her dinin kendi inancı ve kurallarına göre, her kültürün kendi töresi ve geleneklerine göre yapılması gerektiğinden, o günkü tarihi koşullarda ayrı mezarlık ihtiyaçları doğmuş. Bu nedenle ilçemizdeki yaşlıların şehrin bazı yerlerinde, özellikle de en merkezi kesimlerde hep “gavur mezarlığı” olarak  adlandırdıkları bazı mezar yerlerinden söz edildiğini duyanlar olmuştur mutlaka.

Kurtuluş  savaşından sonraysa, işgalcilerin şehri yangın yerine çevirmesi ve gerçekleştirdiği katliamlar sonrası, yeni yeni mezarlıklara ihtiyaç doğmuş. Bazı cesetlerin toplu olarak gömülüp, orasının hemen bir mezarlığa çevrildiğini anlatanlar da oldu araştırmalarım sırasında. 

Ancak, şehrin yeniden inşası sırasında ise, ilçe henüz bir şehir mezarlığından yoksun durumdaymış. Daha doğrusu, var olan mezarlık ihtiyaca cevap veremeyecek durumdaymış. Vatandaşların bu ihtiyaçları uzun süre giderilemeyince, ilk etapta uygun bir çözüm bulunmuş. 

Bazı vatandaşlar, çok önceleri de yapıldığını bildikleri bir yola başvurup, vefat eden aile büyüklerini veya yakınlarını, oturdukları evin bahçesine yaptırdıkları özel bir bölüme gömmeyi tercih etmişler. Bu çözüm bir süre ilçe halkı içinde kabul görmüş olmalı ki, bu yolu izleyenler çoğalmış. Hatta uygun bahçeye sahip olamayan vatandaşlar ise, evlerinin balkonuna bile mezarlıklar yaptırmışlar. Bu çözüm ve davranış, o zaman kimi insanlar için sempatik bile görünmüş. Çünkü böylece sevdiklerinden ayrılmadıklarını da düşünüyorlarmış. 

Bugün bile ilçemizin birkaç sokağında, birkaç evin balkonunda bu tür birkaç mezarlık bulabilmek mümkün. Ama bu evlerin bahçelerinde bulunan bazı mezar yerleri, aradan geçen uzun zamandan sonra ev sahibinin değişmesi veya yeni neslin geçmişte insanların ilçede duydukları gereksinimi giderebilmek için bu tür çözümlere yöneldiğini bilmemeleri nedeniyle, çok ilginç bazı sorunlara da yer açabilmiş. 

Örneğin; günümüzde evlerinin bahçesinde “türbe”ye benzer bu tür yapılar bulduklarını söyleyen pek çok kişi varken, ayrıca bu yapıların birer “yatır” olduğunu savunanlara da rastlanılabiliyor...

Burada anlattığım bu olaylar, özellikle bazı kesimler veya içinde kim bilir hangi niyetler taşıdığı bilinmeyen kimseler, bunun dışında da bazı zihniyet sahipleri için Turgutlu’ya gerçekten de “yatır”lar ve “türbe”ler  kazandırabilmiş (?) midir bilemem ama, araştırmalarımın ışığında ulaştığım tek gerçek; ilçede yaşanan bu durumun, uzun yıllar sonra ilçeye bir “mezarlık” ve beraberinde de “mahalli bir deyim” kazandırdığı oldu. 

Hayırsever bir vatandaşın arsasını Belediye’ye bağışlaması sonucu Turgutlu bugünkü şehir mezarlığına kavuşabilmiş. Ve işte bu hayırsever vatandaşın ilçe halkı için yaptığı bu bağış da hem Turgutlu’ya, hem de Anadolu folklörüne ilginç, insanı gülümseten ve sevimli bir deyim kazandırmış. “Trampete gitmek” deyimi, işte bu gelişmelerle birlikte Turgutlu’da doğan “mahalli” bir deyim.  

Öyküsü de bir hayli ilginç.
Filibe’den gelerek 1911-1912 yılları arasında Türkiye’ye göç edip Turgutlu’ya yerleşen İsmail oğlu Hasan Efendi, ilçede diğer muhacirler gibi yerel dilde “macır” denilen göçmenler arasında yerini alır. Ancak bir süre sonra “Filibeli Hasan Efendi” olarak değil de ilçede “Trampet Hasan” lakabıyla anılmaya başlar. Bunun nedeni de, askerliği sırasında trampet çaldığı için arkadaşları arasında “Trampet Hasan” diye anılmasıdır.

Çalışkan, dürüst, faziletli, hayırsever bir iş adamı ve örnek bir meyve yetiştiricisi olan Hasan Efendi, ilçede yaşanan mezar yeri sıkıntısının giderilebilmesi için sorumluluk duyar ve 1945-1947 yılları arasında büyük bir tarlasını mezarlık yapılmak üzere Belediye’ye hibe eder. 

Bu hibe, halk üzerinde büyük memnunluk uyandırmış. Çünkü ilçe halkı açısından önemli bir sorun çözümlenmiş. Bundan sonra da, ölümlerle ilgili yaşanan acıyı birbirlerine alıştıra alıştıra söyleme ihtiyacı duyan ilçe halkı tarafından,
hem Hasan Efendi’nin yaptığı hizmeti sıklıkla anmak, hem de mezara götürülenlerin bir nevi acısını paylaşabilmek için, ölenlerin toprağa verilmesi olaylarını anlatırken, bu konular için biraz da mizahi bir deyim keşfetmiş. 

Halk tarafından “Duydunuz mu, filanca ölmüş” gibi sözler yerine, artık ilçede “trampete gitti”, "trampete götürüldü” sözleri yer almaya başlamış. Böylece, 1945’li yıllardan itibaren, vefat eden kişiler için “öldü” veya “mezara gömdük”, “toprağa verildi” deyimlerinin yerini, ilçede hem kulağa daha hoş geldiği, hem de acılı insanların acısını tazelemeyecek şekilde olduğu için üretilen “Trampet Hasan’ın tarlasına götürüldü”  deyimi esprili bir şekilde kullanılmaya başlanmış. 


1950 yılında vefat eden rahmetli Hasan Efendi de, sonuçta kendi toprağına, yani mahalli ifade ile “trampete gitti”. Ama yaptığı bağışla Turgutlu’nun hem bir sorununu çözdü, hem de Turgutlu’ya özgü mahalli bir deyim kazandırdı. 

Günümüzde artık kullanılmayan “trampete gitmek” deyimi, böylece Turgutlu’nun da Anadolu folklörüne kazandırdığı bir deyim oldu.


Meraklılar için bir not: 
Bu deyime ve sadece Turgutlu'da doğan ve bu yöreye ait olduğuna ilişkin bilgileri, ayrıca 1967 yılı basımı "Türk Folklor Araştırmaları" adlı Kültür Bakanlığı'nca çıkarılan derginin 214. sayısında bulabilmeniz mümkün.
 

0 Yorum - Yorum Yaz