Toprak yutan canavarlar:
Kum ocakları!

1 cm kalınlığında bir toprak tabakası, ancak bir kaç yüzyılda oluşabiliyor. Bu süre bazen değişik etmenler dolayısıyla binlerce yılı da bulabiliyor. Bu olgu, karşı karşıya bulunulan felaketin ne denli ciddi olduğunu da anlatıyor. Ama bereketli topraklarımızın tarım dışı amaçlarla talan edilmesi, burasya kadar sıraladığımız örneklerle sınırlı değil. Toprak talanı konusunda çok daha korkunç bir tehdit var: Kum ocakları!

Erezyonla meydana gelen toprak kayıplarına göre, kum ocaklarının yarattığı tahribat ve bu işletmeler aracılığıyla verimli tarım topraklarının talan edilişi, çok daha önemli ve ciddi bir sorun olarak duruyor. Çünkü sadece kâr amacıyla kurulan ve işletilen bu ocaklar, adeta toprak yiyen birer canavar rolündeler. Sadece toprak yiyip, para kusuyorlar. Verimli tarım topraklarının geri dönüşü imkansız bir şekilde kaybolmasına da neden oluyorlar. Erezyonu ağaçlandırma ve orman çalışmalarıyla önleyebilmek mümkün. Ama bu tür işletmelere karşı çok ciddi ve tutarlı tavır gerekiyor. Çünkü bu işletmeler üzerinde herhangi bir denetim mekanizması kurulamadığında, tek kelimeyle "toprak yiyen canavar"a dönüşüyorlar. Üstelik bu işletmelerin pek çoğu yasalardaki boşluklardan yararlanarak açılıp işletiliyorlar.

1993 yılında Manisa yöresindeki incelemelerde ve yetkililerle yapılan görüşmelerde, resmi olarak sadece 3 tane kum ocağının işletildiği belirtilmişti. Ama gerçek rakamın ise bu resmi rakammın 100 katından bile fazla olduğu biliniyor. Çünkü bu işletmeler üzerinde mutlak bir denetim mekanizması sağlanmadığından, ruhsatsız olarak açılıp işletilebilen pek çok kum ocağı olabiliyor. Bunun yanı sıra, bu işletmelerin pek çoğunun "maden arama ruhsatı" ile veya "tarla balıkçılığı" adı altında gülünç denebilecek kimliklerle ruhsat alarak açıldığı da biliniyor. Bu nedenler dolayısıyla da bu işletmeler üzerinde kesin bir kontrol mekanizması da uygulanamıyor ya da uygulanmıyor. Sonuç olarak da bu tür işletmeler verimli tarım topraklarının geri dönüşü olmayacak şekilde yok olmasına neden oluyor.  

Tarım alanlarında açılan kum ocaklarında yürütülen kum alımları, ayrıca komşu tarlaların bir bölümünün sınırlarına kadar yapıldığından, bu tarlaların bir bölümünün kaybolması durumu ortaya çıkıyor. Ayrıca terk edilen eski kum ocaklarında oluşan kontrolsüz göçmeler de bu toprak kaybını hızlandırıcı bir başka etken. Ve bu eski kum ocaklarının hiç bir düzenleme ve iyileştirme çalışması yapılmadan terk edildiği de gözleniyor. Öte yandan nehir yatağından alınan kumlar dolayısıyla açılan çukurlar da nehir yatağında akış yönünün değişmesine neden oluyor.

Akış yönünün değişmesi de nehir kenarlarında göçmeler ve kütle halinde toprak kayıplarına yol açıyor. Bundan başka, allüvial alanlardan toprak alınması sonucu açılan çukurların suyla dolması nedeniyle de verimli tarım arazileri kısmen ya da tamamen elden çıkıyor. Jeoloji uzmanları ve çevre bilimcilerin araştırmasına göre, yeryüzünde 80 cm.lik bir toprak tabakasının oluşması için en az 5 bin yılın geçmesi gerekiyor. bu tür işletmelerin açtığı büyüklükleri 8-10 dekara, derinlikleri 8-10 metreye varan çukurlardaki kaybelilen ya da daha doğru deyişle yok edilen toprağın yeniden oluşabilmesi için kaç 5 bin yılın geçmesi gerektiğini hesaplamak ise bir hayli zor. 

Jeoloji uzmanları ve çevre bilimcilerin araştırmasına göre, yeryüzünde 80 cm.lik bir toprak tabakasının oluşması için en az 5 bin yılın geçmesi gerekiyor. bu tür işletmelerin açtığı büyüklükleri 8-10 dekara, derinlikleri 8-10 metreye varan çukurlardaki kaybelilen ya da daha doğru deyişle yok edilen toprağın yeniden oluşabilmesi için kaç 5 bin yılın geçmesi gerektiğini hesaplamak ise bir hayli zor. 

Özellikle yukarıdaki örneklerini verdiğim kum ocaklarının ardındaki rantiye, aç gözlü bir şekilde adeta toprak yiyerek çevre talanı yapmaktadır. Ama bu durumu engellemek içni özel ve yeni yasalar çıkarmaya da gerek yok. Sadece söz konusu olan, mevcut yasaların uygulanabilmesi. Yani zaten var olan yasalarla düzeltebilmek ve engelleyebilmek bile mümkün. Buradaki asıl sorun, mevcut yasaların uygulanmayışından kaynaklanıyor. 

Ama ilginç olan, bu alandaki mafyalaşmadır. Örneğin, 1996 yılında kum ocaklarındaki bu başıboşluğa yasalar doğrultusunda bir neşter vurmak isteyen Salihli kaymakamının başı kum ocaklarındaki rantiye ile derde giriyor ve Salihli'den ayrılmak zorunda kalıyordu. Üstelik o dönemin Çevre Bakanı Rıza Akçalı tarafından Salihli'den başka yere alındığına ilişkin bazı söylentiler de yer alıyordu. Bu söylentinin doğru olup olmadığı bilinmez ama,  bilinen gerçek, ortada konkunç bir çevre dramı yaşanmasına neden olan bir faktör yer alıyor!
 
Sonuçta izlenen politikalar ve yasal boşluklar ya da zaten var olan yasaların uygulanmaması nedeniyle verimli tarım alanlarının ve arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılmasını etkileyen durumlar hala varlığını koruyor. Ve ülkemizin en verimli topraklarının başında yer alan ve sulak alan olarak değerlendirilen verimli Gediz Havzası bilinçsizce ve cahilce talan ediliyor.

Peki bu konudaki öneriler ve çözümler neler olabilir? İşin bu kısmı daha çok yasa koyuculkarın doğaya bakışını, çevre sorunlarına duyarlılığını yansıtan, doğayı ve çevreyi yasayla koruma altına almalarını gerektirecek özellikler içeriyor. Yukarıda da vurguladığım gibi, aslında tüm sorun, zaten var olan yasaların doğamızı ve verimli tarım alanlarını kamu yararına korumak adına uygulanması.

Gerekli önlemler için öyle pek de yeni yasalar çıkarılmasına bile gerek yok yani. Çünkü çvre ve tarım alanlarının korunmasına yönelik çok sayıda hukuki düzenleme zaten bulunuyor. konu, bu yasaların uygulanmaması veya birilerine birşeylerin peşkeş çekilmesi adına var olan yasaların görmezlikten gelinmesi. Bu yasalar da şöyle: 

2872 Sayılı Çevre Kanunu, 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Görevleri Hakkkındaki Kanun, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine İlişkin Tarım Reformu Kanunu, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu ve 2965 sayılı Toplu Konut Kanunu.

Tüm bu yasaların uygulanması bile tarım topraklarının tarım amaçlı kullanılması ve korunmasına yönelik hükümler içerdiğinden yeterli çözümler getirebilir. Ama tüm bu hükümlerin birarada kullanılmaması nedeniyle tarım topraklarının tarım dışı alanlarda kullanılması sağlanmış oluyor. Bu yasalar dışında sunulabilecek öneriler de şöyle olabilir:

1- Sanayileşmenin düz allüvial alanlardan eğilimli alanlara kaydırılması
2- Sanayi bölgelerinin seçiminde ve yerleşiminde verimli tarım alanları dışında eğimli alanların tercih edilmesi
3- Havzada, özellikle verimli tarım arazilerinin üzerindeki yerleşimin gelişiminin önlenmesi
4- Nehir yatağından taş, kum ve toprak alımının engellenmesi
5- Havzadaki verimli tarım arazilerinden tuğla ve kiremit imalatında kullanılmak üzere toprak alımı durdurulmalı veya sınırlandırılmalı
6- Toprak ve su korunumu önlemlerinin çiftçimize öğretilmesi sağlanmalı
7- Tarımsal potansiyeli yüksek alanların havza çapında sınırları çizilerek, yerleşim ve sanayi dışında bırakılmalı
8- Bölgede toprak kaybının önlenmesi amacıyla ağaçlandırma ve orman çalışmasına başlanmalı..

Bu türdeki önerileri daha da çoğaltmak mümkün kuşkusuz. 
Ben ilk etapta akla gelebilecek en önemli olan konuların altını çizmek istedim.

Sonraki yazı: Hayat yutan çukurlar

 

 
 

Gediz Vadisi'nin yok edilmesine izin vermeyin!

 
 


   



0 Yorum - Yorum Yaz