Bir mevsim daha geçiyor başımızın üstünden, dört nala ve dolu dizgin.
Doğa, her yerde bir hüzün ve ağaçları ağlatan bir yaprak dökümü yaşayalı çok oldu.
Vakit, artık kara kış. Ya da eskilerin deyimiyle zemheri.
Ama neyse ki, geçenlerde gördüm, çiçeğe durmuş portakallar.
Bu çiçeksiz mevsimde, belki de doğanın tek tesellisidir portakal çiçekleri...
Artık iyiden iyiye kuruldu misafirhanesine yeni mevsim.
Gelecek bahara kadar, göçmen kuşlarınki yerine, rüzgar önünde koşuşturan bulutların korsan gösterisini izleyeceğiz göğün mavi kuçağında.
Gökyüzü, şimdiden uçuşan yağmur yüklü bulutlarla deli-divane!
Şimdi bir yerlerde belki de sırılsıklam geçiyordur günler.
Biz ıhlamur ağaçlarının kokusuna özlem duyup da, günlerimizi bahar sevdası ile hızla tüketmeye çalışırken, uzaklarda bir yerlerde sevdalı bir bulut ağlıyordur...
İşte çoktan sarıdan bakıra dönen rengi ile geldi zemheri.
Adım adım geliyor kahverengi.
Yalnız yapraklar değil, eski fotoğraflar bile sanki biraz daha sararıyor bu mevsimle.
Ve soluksuz yağan yağmurun pencerelerimizi okşayacağı günlerin başlangıcındayız...
Çoktan bitti sokaklarımızdaki “domates, patlıcan, biber” avazeleri.
Şehrimizde eskisi gibi bozacılar da kalmadı artık.
Ama turşucular hemen yerlerini alıp, bulvardaki köşebaşlarını tuttular bile...
Yine de kar etmiyor ama inceden içimize dolan, alıp götüren özleme!
Gün, ince bir sis perdesi ardından şehrin üstüne doğarken, bizse düşlerimizde baharın sevdalısıyız hala!
O düşler ki; beynimizin nabzıdır.
O düşler ki; dünya kurulalı beri, nesillerle yaşamış, yaşamın ivmesine hız katacak esinler vermiş. Ve yine bizimle kalacak tek şeydir, bir başımıza kalsak da!
O düşler ki; anılarımız ve umutlarımızdan arta kalan tek heyecan!
Belki anılardır en çok sözü edilen.
Ama anılarla değil de, düşlerimiz ve umutlarımızla yaşarız daha çok...
Mevsim kara kışmış, soğuklar erken bastırmış bu yıl, sisler altındaki şehir derin uykudaymış, ne keder? Düşlerimiz ve umutlarımız var ya, o yeter!
Biliriz, yeni umutlar için de doğmaktadır seher!...