Nasrettin Hoca için çok şey söylenmiş, hakkında çok şeyler anlatılmıştır. Ama tarihteki gerçek kimliği ve rolü konusunda doğru tanımlama çok az. Onun nasıl bir karakter olduğu bilinmediği ve sadece fıkralarıyla bilinen biri olduğu için, bugün bile onu hala kendisine çok gülünen, nüktedan, komik bir adam olarak algılar pek çoğumuz. Oysa bu çok büyük bir yanılgı. Çünkü o zaman Temelile Nasrettin Hoca arasında hiçbir fark kalmaz.
İşte biraz da bu amaçla, Nasrettin Hoca'nın 800. yaşında bir yazıyı yayınlamaya karar verdim. Hem Nasrettin Hoca’yı adına düzenlenen şenliklerle zamandaş olarak bir kez daha anmak, hem de gerçek Nasrettin Hoca’nın karizmasının korunmasına (!) bir parça katkıda bulunabilmek için.
Gerçek Nasrettin Hoca ile tanışmak isteyenler, bu yazıda biraz netlik bulabilecekler. O zaman da bir Nasrettin Hoca fıkrası duyduğunuzda ilk anda sadece gülmek mi yoksa düşünmek mi gerektiğine de bir karar verebilecekler belki.
İşte kısa bir Nasrettin Hoca fıkrası:
Nasrettin Hoca’ya bir gün sormuşlar:
“Dünyada neden insanların bir kısmı o yana, bir kısmı da bu yana gidiyor hocam” diye.
Nasrettin Hoca da hemen cevap vermiş:
“Eğer herkes de aynı tarafa gidecek olursa, dünyanın bir tarafı boş kalır. O zaman da dünyanın dengesi bozulur ve dünya düşer” demiş...
Duyar duymaz hepimizin de hemen güldüğü bu fıkranın verdiği mesaj ise aslında düşünülmesinin gerektiği şeklindedir. Fıkradaki ana fikir ise: “hoşgörü”. Bu da bize Nasrettin Hoca’nın nasıl bir kişilik olduğu konusunda bir ipucu veriyor. Nasrettin Hoca, aslında bugün birçoğumuzun sandığı gibi, komik bir adam, bugünkü stand-up yapan sanatçılar gibi işi gücü milleti güldürmeye çalışmak olan, gülünecek biri değildir. İşte Nasrettin Hoca bu karakterde biridir. Nasrettin Hoca, bir halk filozofudur. Öğretileri ise, sadece fıkralarıdır. Çünkü Nasrettin Hoca'nın bir kitap yazmadığı biliniyor bugün.
Nasrettin Hoca, bir halk filozofudur
Nasrettin Hoca, aslında bir filozoftur. Hem de gerçek bir filozof. Öğretisi ise; yukarıda görüldüğü gibi birbirine karşı sevgi ve saygı ile hoşgörü çizgisinde dünyada tüm insanlığın kardeşçe yaşayabilmesi... Yukarıdaki fıkranın mesajını da aslında böyle anlamak gerekiyor.
Bugün gerçekten de dünyada insanlar birbirinden farklı değerler ve düşüncelerle bir arada yaşamayı öğrenmek zorunda. Çünkü başka dünya yok, başka Türkiye yok. Dolayısıyla, bu çizgiyi tutturabilmenin yolu da “hoşgörü” ve farklı değerlerle düşüncelere karşı takınılacak eşit tutumdan geçiyor. Ama kendisinden farklı değerlere sahip ya da kendisinden farklı düşünüyor diye insanların birbirine yaptıklarına ve nasıl davrandıklarına bakılacak olursa, Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, dünyanın bugüne dek hala yerinde durabiliyor olmasına bile şaşmalı, belki de şükretmeliyiz...
Nasrettin Hoca bu karakterde biridir. Bir halk filozofudur o. Öğretileri ise, sadece fıkralarıdır. Çünkü kendisinin bir kitap yazmadığı biliniyor bugün. Dolayısıyla, Nasrettin Hoca’nın tek öğretisinin onun fıkraları olduğunu düşünmek, daha doğru bir yaklaşım olur.
Yukarıda aktardığım o fıkrasında yer alan mesaj, “hoşgörü”dür. Ama Nasrettin Hoca sadece bir“hoşgörü” çizgisine sahip biri değildir. O, aynı zamanda zalime karşı daima mazlumdan yana, ezene karşı ezilenden yana çıkmış biri olmuştur yaşamında. Kimi zaman adaletsizliğe, kimi zaman da zulüme göndermeler yapmıştır fıkralarında.
Ama Nasrettin Hoca’nın asıl öğretisi, insanoğlunun cehaletine karşı yapmış olduğu kavgada ve bu kavganın içeriğinde gizlidir. Onun asıl yapmak istediği, insanın içinde bulunduğu cehalet denizinden çıkıp da gözlerindeki gaflet perdesinden kurtulmasında yatar. Tıpkı, “kavuk”fıkrasında olduğu gibi, “eğer keramet bu kavukta ise, al bu kavuğu tak da sen konuş” derken, asıl kerametin bilgide aranması gerektiği mesajını verir.
O nüktedan kişiliği Nasrettin Hoca’nın davranış biçimini yansıtır. Çağdaşı olan diğer düşünürlerden daha farklı bir tavır izlemiştir Nasrettin Hoca. Onun yaşamdaki davranış biçimi faklıdır, herkesin kendisine özgü davranışı olabileceği gibi, onun da davranış biçimi ve olaylara yaklaşımı, olaylara tepkisi, insanoğlunun en önemli silahlarından biri olan “alaycılık” ve“mizah”tır.
Örneğin çağdaş zamanda yaşayan Mevlana’nın davranış biçimi, daha çok kendisini kent düzeyindeki elit bir tabaka ile buluştururken, Yunus Emre ise halka inmiş, halka gitmiştir. Ama her ikisinde de “içe dönük” bir davranış, bir “içe kapanıklık” ve “kendinde derinlik arama” gibi bir “kendine kapanma” tavrı yer alır. Oysa Nasrettin Hoca, bu iki karakterin de tam tersine bir davranış içindedir. Mevlana ve Yunus Emre’ye kıyasla Nasrettin Hoca tam anlamıyla “dışa dönük” bir kişiliktir.
Nasrettin Hoca’nın aile kökenine ilişkin de çeşitli söylentiler yer alıyor.
Onun bir Bey oğlu olduğunu savunanlar da var, sarayda yaşadığını da. Bazı araştırmacılar için, nedense onun bir halk adamı olması pek mümkün değil galiba... Bir Bey oğlu olsa, ya da sarayda yaşayan biri olsa, eminim ki, Nasrettin Hoca’nın yaşamdaki davranış biçimi çok farklı olurdu. Ya da en azından eşekle dolaşmazdı. Ama Nasrettin Hoca’nın aslında okuma-yazma falan da bilmediğini, bir köylü olduğunu ve sadece halk tarafından hakkında bu şekilde bir efsane uydurulduğunu söyleyenler de yok değil.
Sonraki yazı için tıklayınız: Tarih boyunca inleyen halk ve Nasrettin Hoca