A. Yavaşlı-Hani şu okumak-yazmak meselesi var ya?

Hani şu okumak-yazmak meselesi var ya?

 
 
Aydoğan Yavaşlı
 

Şu sıralar imza ve söyleşi günleri için nereye gitsem, ya da nerede birilerine yazar kimliğimle tanıştırılsam hep aynı sorunla karşılaşıyorum. Mutlaka birileri çıkıyor ve ayarını tutturamadığı bir nezaket aralığından kendisinin de yazdığını ya da yazmaya çalıştığını, fakat nedense bir türlü beceremediğini, oysa anlatmak istediklerinin çok önemli şeyler olduklarını söylüyor.

“Bunu sorun edecek ne var canım!” dediğinizi duyar gibiyim.

Tabii kazın ayağı hiç de öyle değil.

Kimileri ise “kendini yazarak ifade etme” edimine bana çok garip gelen bir yerden başlamak istiyor. Şimdilerde çokça moda olan “yaratıcı yazarlık kursları”ndan, “yazar atölyeleri”nden filan söz ediyor.

Nasıl bir şeymiş onlar? “Bi faydası olur mu”ymuş? Gitse miymiş?

Bana garip geldiğini söyledimdi. Tekrar ediyorum: “Kendini yazarak ifade etme”nin bir tek yolu var, o da şu: Yazmak! Bıkmadan, usanmadan yazmak… Sonra gene yazmak…

Aslında sorun yazma eyleminde değil. Dilinin kurallarından haberli herkes, önündeki ak kâğıda bir şeyler yazabilir. Unutulmamalıdır ki, çok eski çağlarda yaşamış olan insanlar da mağara duvarlarına ya da kil tabletlere bir şeyler yazmışlardır.

Aslında zurnanın zırt dediği yer, yazdığının edebi bir değerinin olup olmadığıdır. Yani mesele, kaşığın sapını düz getirebilmekte…

Valla bana sorarsanız, mabudun vermediğini Mahmut’un vermesi, hemen hemen olanaksız; bu bir… İkincisi, eğer yazmaktan da önce okumaktan yana nasibinizi almamışsanız, işiniz zor, hatta olanaksız.

Bu bakımdan, adı bana çok gülünç gelen hani şu “yazar atölyeleri”ne gidip söğüşlenmek yerine, oturup adam gibi okumak en akıllıcası…

Ha bakın, sözün tam da burasında başka bir soru çıkıyor karşımıza: “Peki, siz kimleri okumamızı önerirsiniz?”

Sorulduğunda hemen yanıtlıyorum ama burada da belirtmek isterim: Bence işe sözlük okumaktan başlamak gerek. Bayâ, bildiğiniz sözlük canım!

Hiç kızmayın: Sözlük okuduğunuzda göreceksiniz ki, bazı sözcüklerin gerçek anlamı, sizin şimdiye değin bildiğinizi sandığınız gibi değilmiş. Ya da bazı durumların, davranışların ve varlıkların gerçek adı, başkaymış.

Kendi adıma ben, sözdizimine de çok dikkat ederim. Sözgelimi, “Her aklıma geldiğinde…”  şeklinde başlayan bir cümle yazan birinin yazdıklarını okumam; zaman harcamam ona. Fakat “Aklıma her geldiğinde…” demişse, o zaman sorun yok.

Tabii yazdıklarımızın tıpkı küçük bir dere gibi de akması gerek. Üsluptan söz ediyorum yani… Valla ben, sözü dolandırıp duran, solucan gibi o delikten bu deliğe sokan; tırtıllı, kılçıklı laflar eden ve bilgiçlik taslayan yazıları da okumaktan hoşnut kalmam. Sözgelimi, bugün okuduğum bir yazıda “Kemalist muhafazakârlar”, “liberal solcular” vesaire ahmakça betimler gördüm ve görür görmez aklıma Diderot’nun “yuvarlak kare” betimi geldi. “Eh,” dedim kendi kendime, “yuvarlak kare olursa Kemalist muhafazakârlar da, liberal solcular da olur.”

Demem o ki, yazar olacaksanız böyle olmayınız lütfen. Hoş, kafası ve dili bu kadar karışık olanlara da zaten “yazar” denmez. Dense dense “yazıcı” filan denir.

Az daha unutuyordum: Siz bazı kitaplar için “Ne olacak canım, çocuk kitabı!” der geçersiniz ama kazın ayağı hiç de öyle değildir çoğu kez. Yazma heveslileri için söylüyorum: Lütfen işe çocuk kitapları okuyarak başlayın. Edebiyata ve dolayısıyla dilin yetkin kullanımına ille de Orhan Pamuk’ta rastlayacağınız inancına fazla bağlanmayın. Hayatın gerçekleri bazen ters getirir insanı; bilirsiniz.

Söz gelip okumaya dayandı ya, oradan sürdürelim: G. G. Marquez’i, Stefan Zweig’ı, A. Camus’yu, J.D. Salinger’ı, Herman Hesse’i, T. Mann’ı, Thomas Bernhard’ı filan okuyun okumasına ama bence işe “biz”den başlamanızda yarar var. Yaşar Kemal’i, Haldun Taner’i, Sait Faik’i, S.Ali’yi, Tarık Dursun K.’yı, Orhan Duru’yu, Aziz Nesin’i, Nezihe Meriç’i, Yusuf Atılgan’ı, Bilge Karasu’yu, Leyla Erbil’i, Sevim Burak’ı; belki bütün bunlardan da önce Ömer Seyfettin’i, Orhan Kemal’i, Reşat Nuri’yi hiç yabana atmayın.

Zaten yabana atarsanız, attığınızı sanırsanız, diğerlerini hazmedemezsiniz. Midenizi, bağırsaklarınızı, en son da sinirlerinizi bozar.

Bakın, unuttuğum bir şey daha var: Yazmak mı istiyorsunuz? O halde ve her şeyden önce türkü dinleyin. Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı Erzurumlu Emrah’ı, Âşık Veysel’i okuyun.

Türküleri dinlediğinizde, ama dikkatle dinlediğinizde şairliğinizden/yazarlığınızdan utanıyorsanız, mesele yok; doğru yoldasınız demektir.

Daha ne diyeyim ki ben?

25 Ekim 2010

 
Geri dön 

Ana Sayfa