Ben Erdal Öz'ü kitap fuarlarında görür, elini sıkardım. Elini sıkarken ve "Hoş geldin ağbi," derken kendimi her seferinde tanıtır, ondan da her seferinde "Adını söylemene gerek yok, seni tanıyorum," yanıtını alırdım. Kitap fuarlarının peronlarında karşılaşmışsak, ona saygı ile selam verir, aynı sıcaklıkla karşılığını alırdım.
Kitaplarımın Can Yayınları arasından çıkmasını hiçbir zaman düşünmedim, çünkü ilişkilerimin çok iyi olduğu bir yayınevim vardı. Fakat Can Yayınları'ndan onlarca kitabım var kitaplığımda, hangi birini sayayım? Castillon'nun Karar Gecesi'ni mi, Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ını mı? Hilmi Yavuz'un Budalalığın Keşfi'ni mi, Kara Güneş'ini mi, yoksa Zweig'ın Amok Koşucusu'nu mu?
"Biz bunlarla zenginleştik!" desem, çok mu üstten atmış olurum? Erdal Öz, milyonlarca insanın kafasını zenginleştiren adamdı. Yazdıklarıyla… Yayımladıklarıyla… Alçakgönüllü yaşama biçimiyle… Bugün, çiziktirdiği birkaç sayfa ile kendini yanına yaklaşılmaz bir yazar sanan zirzopları gördükçe Erdal Öz ve onun gibileri daha çok seviyorum. Yayımladığı üç beş dandik kitapla kendini dünyanın en büyük yayınevi sahibi ve yöneticisi sananlar Erdal Öz'den hiç boy ölçüsü almıyorlar mı!?
* * *
Hayattayken çok yakınında bulunmuş, onunla sayısız anısı bulunan dostları eminim Erdal Öz'ün adını yaşatmak için bir şeyler yapacaklardır. Onunla rakı masalarında geçen anılarını aktarmanın dostluk olduğunu düşünmüyorum. Sahibi olduğu Sergi Kitabevi'nden kitap aşıranları gördükçe görmezden gelmesi… Bundan güzel anı mı olur!?
Bence Erdal Öz'ün anısını yaşatmanın en iyi yolu, yayıncılıkla yazarlığı bir arada götürebilen adam gibi adamların ödüllendirilmesidir. Kepek tüccarlığı ile yayıncılığı birbirine karıştıran boynu altın kolyeli, bileği künyeli "tip"ler, sağlığında Erdal Öz'ün yayına yanaşamamışlardı. Bu, böyle sürüp gitmeli. Erdal Öz "hikaye anlatan" değil, "hikaye yazan" biriydi.
Gene de onun anısını "yazan"lar yaşatmalı. "Hoş geldin Erdal ağbi, ben Aydoğan Yavaşlı…" "Merhaba… Seni tanıyorum, tanıtmana gerek yok. Hoş bulduk." |