— Hey garson! Bir çay yolla! Haysiyetli olsun!
Sıcaklar da ne felaket bastırdı ama. Tam yaz ortası. En kavurucu sıcaklar Ağustos’ta başlar. Ezbere bilirim bu şehrin ağustoslarını. Ağustosları hiç sevmem!Neyse, Ağustos’a var daha...
Bu sızlanışım neden? Neye ihtiyacım var? Tatile mi?
Doğru ya!
Şimdi deniz kıyısında olmak vardı, şu köşede oturmak yerine. Dalgalarla boğuşmak vardı. Nasıl da dalgamı geçerdim dalgalarla?.
Şu yaşlı adam ne düşünüyor olabilir?
Bakışları ne kadar da yorgun?
Koskoca bir çağa tanıklık eden o gözler, sanki sönük bakıyor hayata!
Yorgunluk mu, yaşlılık mı? Belki yorgunluk! Hayat kavgasından!
Bu kavgada çogu kez yenik düştüğü belli!
Yine de dimdik taşıyor ama bedenini.
Yüzündeki çizgiler, sanki acılı yaşam öyküsünün belgeseli...
— Garson! Bana bir çay! Tek şekerli!
— Bana sırf dem koy!
Önce sinemalar kapandı...
Sonra bozacılar kayboldu.
Ardından da kırmızı boyalı kaynamış yumurta satıcıları!
Yumurta tokuşturmak gençlerin en büyük eğlencelerindendi eskiden.
Uzun kuyruklar oluşurdu satıcılar önünde.
Bahis tutulurdu. Kim kimin yumurtasını kırarsa...
— Çek 2 kahve usta, biri yandan çarklı!
Sonra ya salatalıkçılar? Keten helvacılar nereye kayboldu?
Mısırcılar ise hala duruyorlar, zamana inat. Geçmişten bugüne arta kalan bir teselli sanki. Değişen hayata direnmenin ötesinde bir inatla...
O zamanlar kültürümüz de bir farklıydı. Kitap okurduk. Şiiri pek severdik.
Hep romantizm doluydu şarkılar.
Hep birlikte sinemalara gidilirdi!
Önce sinemalar kapandı!
Derken.......
— Oğlum, çaylasana bizi!
— Benimki açık olsun!
Derken... birahaneler sardı etrafı. Bir de şimdi internet kafeler.
Bu saatte tıklım tıklım her biri.
Ya şu kahvehaneler? Adım başı kahvehane!
2 yıl mı, 3 yıl mı önceydi ne, bir gazetede okumuştum.
Şehrimiz, en çok kahvehaneye sahip yerlerden biriymiş!
Nüfusumuz da pek kalabalık.
Ya işsizlik? Ne kadar da çok insanımız işsiz!
Tüm kahvehaneler hep dolu bu yüzden. Gündüz bile!
Ama kahvehane kültürümüz pek de gelişmiş doğrusu (!)
Öyle ki, çayı bile herkes kendine özgü söylüyor. İçme stilleri bile farklı!
Sahi, ben daha çay içmedim. Şu yeğen de nerede kaldı? Yarım saat geçti.
Bekletmeyi de pek sever. Ne diye bu kahvehaneye gelmemi istedi?
Neyse, gelince bir tane daha içerim.
— Bakar mısın? Bir çay içecektim!
— Hemen beyim! Nasıl içersin?
— Bardakla!...