Çocukluktan kalma günlerimde, gür ve coşkun akan sularıyla belleğimde sanki kocaman bir nehir ve geçilmez bir akarsu gibi yer almıştı. Kasabamızın içinden nazlı nazlı akıp geçerdi Leylek Çayı. Yerinde yeller bile esmiyor şimdi. Ne yazık! O sokakta büyüyen şimdiki çocuklara bir zamanlar oradan Leylek Çayı diye bir akarsunun geçtiğini, kenarında oyunlar oynadığımızı, ninelerimizin nice çamaşırları onun suyuyla apak yaptığını anlatsak, bize inanırlar mı, gülerler mi, bilinmez…
Ama acı gerçek; Leylek Çayı yok artık! Sadece adı kaldı yadigar.! Bu yazı sayesinde bir hikayesi olacak belki. Belki de sadece bir ağıdı olacak, türküsü olmasa da…
Kısmalı Yolu üzerinde, daha Kısmalı Köprüsü‘ne varmadan bir kaç kilometre berideki bağımızın da hemen kenarından geçen o çaydan ne balıklar tutmuştum, sayısını bile bilmem. Şimdiki gibi akvaryumlar da yoktu o zamanlar. Annemin derhal koşturup yetiştirdiği şişman bir kavanozun içinde beslerdim balıklarımı. Büyük bir sorumluluk ve özveriyle beslerdim hem de. Kışın ekmek kırıntılarıyla, yazları da kara sineklerle…
Annemin balıklarıma hibe ettiği o şişman kavanozun içinde balıklarımın her an biraz daha tombullaşacağı beklentisiyle ne özverilere katlanırdım, bilseniz. İş sinek avlamaya geldiğinde, üstüme yoktur bu yüzden (!) Daha havadayken yakalardım kara sineği, ıskaladığım pek az olmuştur. Onların bir an önce balıklarımın midesini doldurmaları için gösterdiğim çaba ve özveri gerçekten göz yaşartır. Kısacası, tam bir sinek katliamı olurdu evimizde. Üstelik, sinek neslinin yeryüzünden tamamen silinmesi gibi toplumsal bir hizmet yaptığımın da bilincinde değildim o zamanlar…
Bugünkü acı gerçek ise çok çarpıcı! Bir zamanlar neslini kurutmak için onca ter döktüğüm kara sinekler, her gün daha da artan sayılarıyla tepemizde vızıldar, burnumuzun dibinden “vın” diye geçerken, çocukluğumda bana balık tutma ayrıcalığı sunan, keyifli anlar yaşatan Leylek Çayı ise, yok artık! Bir zamanlar aktığı yatağını bile zor bulurum…
Fotoğraf: Bir zamanlar Leylek Çayı üzerine yapılı olarak yer alan Tarihi Kısmalı Köprüsü
Babamın gözü gibi baktığı bir kaç kelterden biriyle Leylek Çayı’ndan balık tutmak, çocukluğumun en keyifli olaylarından biriydi. Bir de, babamın söylediği doğruysa eğer, beni Leylek Çayı’ndan tutmuşlar (?) Benim dünyaya gelişim böyle olmuş yani. Bu doğru mu bilmem? Tek bildiğim, bizim ailede normal bir doğum olmadığı. Neden derseniz, kardeşimi de leyleklerin getirdiğini söylemişlerdi çünkü (!)
O zamanlar fazla meraklı çocuklara dünyaya gelişleri böyle anlatılırdı kasabamızda. Dünyaya gelişi “Biz seni Leylek Çayı’ndan tuttuk” diye anlatılan benim yaşıtım daha pek çok kişi var… Ama benim Leylek Çayı’na bunca sevgi duyuşumun nedeni bu değil tabii ki. Böyle bir akarsuyun ilçemizdeki varlığından sevinç ve mutluluk duyardım. Çocuklarımıza, torunlarımıza Leylek Çayı’nı bir masal gibi anlatacağız belki de. Yeryüzünden tamamen silindi şimdi. Ne acı!
Radyo müdürlüğü yapmaktayken, yaptığım programlardan birinde de Leylek Çayı’nı konu edinmiştim. Leylek Çayı’nın başına gelen akıbeti araştırıp, sokaktaki vatandaşlara sormuş, röportajlar yapmıştım.
En çarpıcı yanıtı ise orta yaşlarda bir bayan vermişti:
— Nerede bu Leylek Çayı ?
— O artık rahmetli oldu !
— Peki, rahmetliyi nasıl bilirdiniz ?
— Leylek Çayı’nı çok severdim ben…
Leylek Çayı’nın başına gelenler oldukça acıklı, hüzünlü ve bir o kadar da ibret verici bir öykü. Karpuzkaldıran Parkı’nın köşesinde, şimdiki çocuk parkının bulunduğu bölgede yer alan bir kaynaktan doğup büyüdüğünü anımsıyorum. Irlamaz Çayı’nın bir kolu olduğuna da inanılırdı. Ve gelir, kavuşurdu Ege’nin hayat kaynağı Gediz Nehri’ne…
Şimdi yok! Yaşatamadık! Yaşamasına izin vermedik! Bilinçsizce, cahilce, hoyratça davrandık! Sonunda öldürdük!…
Aktığı sokak boyunca çevresinde bulunan pek çok evden kirli ve pis deterjanlı çamaşır suları dökülmeye başladı önce Leylek Çayı’na. İlerleyen zamanlarda ise daha fazla ve daha çeşitli atıklarla önce çöplük, sonra da giderek fosseptik diye kullanılmaya başlanır oldu. Sonunda bu nankörlüğe ve bunca zulme dayanamadı Leylek Çayı. Bataklığa dönüşmeye, kurumaya başladı. Ardından da insan sağlığı için tehlike saçmaya. Sanki intikam alırmışçasına!
Eh, işte bu durum da, şehrimizin o dönemki yöneticilerine bir fikir verdi hemen. Bu çayın eşi benzeri bulunmaz bir nimet, bir hayat kaynağı olabileceğini akıllarına bile getiremeyen o dönemki yöneticiler, korumak veya kirletilmesinin engellenmesi yerine, cehaletin ve duyarsızlığın Leylek Çayı’na biçtiği yeni kimliğini resmileştiriverdiler: “Leylek Çayı artık bir kanalizasyon olarak kullanılmalı”ydı! Böylelikle idam fermanı da imzalandı: Üstü örtülerek, kanalizasyona dönüştürülerek, yeryüzünden silindi…
Ama Leylek Çayı’nın akıbeti bir ibret, bir ders olmadı! Diğer çayları da aynı akibet karşılamaya hazırdı çünkü. Önce Nif, ardından da Irlamaz çayları da yıllarca adım adım “Leylek Çayı’nın kaderi”ne doğru sürüklenmekteydi. Fabrikaların atıkları uzun yıllardan beri engellenmeyen cüretkarlıklarıyla dere sularına yaptığı ziyaretlerini kesintisiz bir şekilde sürdürmeye devam ediyordu. (Ta ki, dönemin kaymakamı rahmetli Günhan Sarıkaya ve Vali Muzaffer Ecemiş ile Irlamaz çayı ve durumun vahametini görüşünceye kadar…)
İşte Gediz Nehri, her geçen gün ölüyor ve öldürüyor! Sadece Leylek Çayı’na veya diğer kollarına değil, kendisine de yapılanların öcünü almaya çalışırcasına…
Adı veya büyüklüğü ne olursa olsun; çay, dere, ırmak gibi akarsuların “bulundukları bölgeye can veren birer hayat damarı” olarak görülmediği, ama kirli ve zehirli atıklara varana kadar her türlü atıklarımızın gönderileceği bir “atık kanalı” gibi görüldüğü Türkiye’de akarsu olmanın kaderi midir bu?